29 Aralık 2014 Pazartesi

OĞLUMUN DİŞLERİ TAVŞAN(KAZMA) DİŞLİ OLACAKMIŞ YA!..

Evet nerede kalmıştık... Oğlumun ağzındaki üst iki dişi diş perisi para getirecek diye çıkardı, sonradan alt iki dişide kendi sallanarak ALlah'ın emri ile çıkmıştı. Ve son olarakta yandaki azının biride çürük olduğu için çok ağrı yapınca mecburiyetten çektirmek zorunda kaldık... :(

Etti mi 5, oğlumun ağzındaki 5 diş eksilince çocuğun şekli şemalı bir değişti. O yakışıklığından ise hiç eser kalmadı. Ama tabi yüzüne karşı '' Aaa babası bak gördün mü oğlum bu şekilde de ayrı bir tatlı oldu'' Filan diyorum ama tamamen yalan. :)

Hayır birde bu çocuğun alt ve üst iki dişte yan yana gidince doğru düzgün bir şeyde yiyemez oldu. Az kalsın bitkiler gibi fotosentez ile beslenecek hale geldi...

Aradan bir hafta geçiyor çocuğu yanıma çağırıyorum:
-Oğlum ağzını açta bir bakayım dişin gelmeye başlamış mı?
Çocuk koşa koşa geliyor heyecanla:
-Anne çıkmış mı, çıkmış mı?.. diyor
-Yok tam çıkmamış ama bir hafta sonra kesin çıkar. Sonra yine bir hafta geçiyor yine aynı şekilde hiç bir şey yok ama Emir'in morenini bozmamak için yine ona:
-Bir bilemedin iki hafta sonra kesin çıkar... :(
İki hafta geçince önce çıkan üstlerin aksine, sonradan kendiliğinden sallanan altlar küçük bir ışık gibi damağın içinden parlamaya başladı.
Neyse ki altlar bari çıkıyor diyerek ailecek derin bir ''ohh!'' çektik.
Bu sefer haftaları unuttuk ayda bir bakar hale geldik ama altta parlayan iki dişte gayet güzel şekilde çıktı ama üstte hiç bir şey yok, hayır en azından ufak bir ışıltı olsa biz ona da razıyız. Aa yok ne bir pırıltı nede başka bir şey damak olduğu gibi kıpkırmızı duruyor. Ben iyiden iyiye endişelenmeye başladım. Emir'e:
-Oğlum bir dişçiye dişini göstereli mi? Dedim.
Son diş çekiminden sonrada iyice dişçiden korkan Emir'in birde dişçi fobisi çıkmasın mı? Al başına belayı. Şimdi bu çocuğu zorla dişçiye götürürsen hayatında bir travma olarak kalacak belki, o sebepten zorlamamak gerek. Ama ya bu dişler hiç çıkmazda bu çocuk aynen ebem gibi bu küçük yaşında dişsiz kalırsa. Asıl sen o zaman gör tramvayı. Oyyyy ben ne edem, ne edemde bu çocuğun dişini çıkaram, diye kara kara düşünerek bir seneyi devirdik mi?

Şaka maka canım kuzum bir sene üst iki dişi yok şekilde hayatına devam etti.. :( Kara kuzum hemen hemen her gün Emir sende yaşlanmışsın dişleri dökmüşsün\ Emir dişleri yedin mi\ Dişer sana küstü de gelmiyor mu yoksa gibi... Mahalle dalgası da gördü. gerçi bu tür dalgaya genellikle bir dişi panterin yavrusunu nasıl korursa aynen o eda ile hemen o bayat esprileri yapanların üzerine atlayıp konuyu çevirdim. :) Hııı bu arada bu atlama öyle saç baş mahalle kavgası şeklinde değilde ufaktan ufağa laf çarpma yada şaka ile karşılık laf sokma şeklinde oldu... :)

Bir seneyi de devirince ben iyice kuruntulanmaya başladım. Tabi kendi içim rahat değil ya babayı hiç rahat bırakır mıyım. Düşüncelerimi sesli olarak ona da söyler onunda içine kurt düşürmeye başlayınca biz ana ve baba olarak nette bir araştırma yaptık. Acaba bu durum normal mi? Yoksa bir problem mi var diye..
Amannn oda ne, nette neler neler yazmışlar... Kimisi diyor o dişlerin yerinde diş yoktur \ Kimisi o dişler çıkamadığı için çıkmıyordur, o sebepten bir operasyon şart \ Kimisi diyor diş geri geri damağın içine doğru büyüyordur.... Vb.. Şeklinde sanki felaket tel lalleri gibi bir sürü yorumlar vede açıklamalar mevcut. Hayır orada bir Allah'ın kulu bu şekilde geç çıkma erken çıkan dişler için normaldir diyerek açıklama yapıp bizim yüreğimiz hiç rahatlatmamış.

Biz tüm bu bilgilere de bakınca pacalarımız iyice tutuştu. Eyvah gördün mü çocuk dişsiz olacak\ Hayır şimdi bu çocuğa takma dişte taktıramayız ki\ Off ya şimdi hayatının sonuna kadar bu şekilde üst iki diş yok şekilde yaşayamaz ki.. Diye evhamlanmaya başladık. Bir yandan da Emir'e bu kendi başımıza kurduğumuz kurguları söylemeden güzellik ile dişçiye götürmek için ikna etmeye çalışıyoruz. Bir iki hafta sonunda biz bu çocuğu ikna etmeye başardık... Tamam Emir'i ikna etme işi halloldu ama ya diş hasta hanesinden randevu almak gerekiyor. Güya randevu sistemi ile çok kolay şekilde hasta haneden randevu alınacak ama nerdeee!... 15 gün sonrası için randevu vermiyor. Bir gün sonra bir doktor boş gece saat 12 olunca onu bari alalım diye gece saat 12 olmasını bekliyoruz. Saat gece  12 olunca hemen bilgisayarı açıp bakıyoruz o randevu alınmış dolu gözüküyor. 2 gün sonrası için varmış bu sefer iki gün bekle yine aynı şekilde o da kapıldı derken biz bir ayda bu şekilde randevu almak için internet başında nöbetler tuttuk. Sonunda Allah'tan bir 15 gün sonrası için hemen bir randevu aldık.
-Ohhh çok şükür onu da hallettik. Diye yine bir sevindik. :)

Neyse efendim 15 gün sonra biz sabahın köründe çocuklar ile yola düştük ve dişçiye gittik... 
Hasta haneye gidince bir 10 dakika varmış 10 dakika önce Emir ile Efenin hasta hane içinde zıplama istekleri ile daha sonra da birbirlerini kedi köpek gibi yemeleri ile uğraştığım için. O 10 dakika bana 10 saat gibi geçti. Ama Allah'tan geçti ya çok şükür. Biz hemen doktorun muayenehanesine girip Emir'in diş problemini anlattım. Oda  dişlerine bir bakınca bir röntgen çektirinde oradan bakalım dedi. Daha sonrada röntgen çektirdikten sonra tekrar muayenehaneye gittiğimizde doktor röntgene bakınca:
-Dişler çıkacak yavaş yavaş gelmeye başlamış. Üst damak biraz dar olduğu için diş çıkacak yeri bulmakta biraz zorlanmış. Ama geliyor. Bu arada üst dişlerde biraz tavşan dişli gibi dişlek olacağa benziyor. 
Hatta ekrandaki röntgeni bana da gösterip bak burada dedi.
Ben o röntgeni görünce oğlumun gelen dişlerini seçtim. Aman Allah'ım onlar nasıl diş öyle resmen kazma gibi bir şeye benziyor. :(
 O değilde baba ve anne olarak hiçbirimizde kazma dişte yok ki bu çocuk kime çekti öyle... :( öğğğğğ...

Neyse ki o korkulu kurgularımızın hiç biri gerçekleşmedi diyerek sevinip. Buna da şükür diyerek hasta haneden ayrıldık...

Doktorun erken çıkması için verdiği jelleri de günlük üst damağına masaj yaparak sürmemiz sonunda dişte bir ışıltı çıkmaya başladı.. :)
O ışıltıyı gördük ya sonrası elbet gelir diyerek sanki üzerimizden büyüüük bir yük kalkmış gibi tüy gibi hafiflemiş halde evde dolaşmaktayım. :) Biri derin bir puhhh dese uçacağım. O derece hafifim gerisini siz düşünün artık :)




Hoşça kalın.

28 Aralık 2014 Pazar

DİŞ PERİSİ HİKAYESİ SEN BAŞIMIZA NE İŞ AÇTIN ÖYLE?...

Ben küçükken yaklaşık 7-8 yaşlarında iken süt dişim sallanırdı. Sonrada ''anne dişim sallanıyor'' derdim.  Rahmetli anacığım da bana ''Kızım kendin elinle çek o çıkar'' derdi. Ben ''Yaaaaaa ben yapamam, banane banane'' diyerek mızmızlanırdım. Oda ''gel o zaman, ben yapayım der '' elini ağzımın içine sokup hangi diş bu mu?.. Bu mu?...'' diye sorarken, ben basar yaygarayı elini ağzımdan atardım. Sonra da öylece saatlerce ağlar kadının başını ağrıtırdım. Zavallı anacığım benim çenemden kurtulmak için '' gel bir daha bakayım bu sefer acıtmayacağım '' diyerek beni ikna etmeye çalışırdı. Tabi ben , yine mızmızlanarak ''tamam'' der sonrada o sallanan dişime değince dişim acımadığı halde sırf acır diye korkumdan kadının elini ısırırdım. :( Tabi bu olay bu şekilde bir iki gün sürer en sonunda iyice sallanan diş annemin eline de değince resmen kendini yere atardı. Tabi dişte bir yerde benim mızmızlığım vede anneme yaşattığımdan bıkmış olsa gerek :)


Emir 8 yaşına girince, benim küçüklük bu anımı eşime anlatır. Daha sonrada ''Emir'inde dişi çıkacak ben bak baştan söyleyeyim diş çıkarma işine karışmam'' diyerek baştan kendimi garantiye almaya çalışırdım. Ama neerdeee!.. benim bu hikayemi duyan koca, hiç kendini riske sokar mı? 
-Sen anana çektirmişsin, Şimdi de oğlun sana çektirsin de kadının halini anla derdi..

Biz çocuklar yanımız da yokken bu konuyu ara ara konuşur. Sonra:  ''yok sen çıkaracaksın?'' '' hayır ben değil sen çıkar'' diye daha dişi sallanmayan çocuğun dişini çekmek için arar ara ufaktan ufağa atışır. Ama hiç kimse galip gelmeden konu kapanırdı.

 Bir gün Emir ile birlikte bir çizgi filme bakarken orada bir çocuğun dişi çıkıyor oda çıkan dişini yastığının altına koyuyor, uyuyor. Sabah kalkınca ise yastığını kaldırınca altın da parayı görüyor. Ertesi gün yine aynı şekilde denemek için dişini çıkarıyor. Yine yastığının altına koyuyor sonra yine bakıyor yine yastığını altında para var. Diş güya paraya dönüşmüş. Biz bu çizgi filme bakarken Emir bana:
-Anne çıkan dişimizi yastığın altına koyarsak para olur mu dedi?
Ben zavallı ise güya akıllık yapıp, eğer dişi sallanırsa, sallanan dişini ben çıkarmak zorun da kalmayayım diye.
-Hııı  olur!... Dedim.
 Bizim ki bu çizgi filme  kendini çok kaptırmış olsa gerek ki bu çizgi filmi izlediğimiz bir gün sonra akşam yatağına yatırdıktan sonra, onlara süt getirmek için çıktığımda.  Sallanmayan dişini zorla eli ile oynaya oynaya çıkarmış.
Sütü getirdiğimde elinde diş ağzında kan ile bana kanlı dişini uzatarak:
-Anne bak dişim çıktı. Dedi. Ben:
-Ne yaptın oğlum dişin sallanıyor muydu da çıkardın? diye çıkışınca. 
Bizim ki benim bir anda verdiğim tepkiden korktuğundan olsa gerek:
-Ev evet sallanıyor du... Dedi.
Sonra dişini bana verdi. Bende onu lavaboya götürüp elini ağzını yıkayıp tekrar yatağına yatırdım. Sonra baktım ki yorgan nevresimde kan olmuş onu çıkardım. Yeni bir nevresim almaya gittim, sonrada tekrar odalarına döndüğümde.
Emir'in elinde yine bir diş ile bana sırıtarak:
-Anne bak, bu dişim de çıktı dedi.
Ben:???? Şaşkın, afallamış, ne oluyor şimdi ya diye saf saf çocuğa baktım kaldım. Şimdi bu olaya sevineyim mi üzüleyim mi bil-emedim. Normalde körün istediği bir göz Allah verdi iki göz olayı var. Ama bu şekilde üst üste iki dişi birden çıkınca da çocuğun ağzı yüzü bir yana kaymış gibi çirkin bir şey oldu ama ya??? ben öyle istememiş tim ama diye işten işe sitem ediyorum. 

Sonra da işin işinden çıkamadım hemen eşime çağırıp olayı ona da anlattım. Oda gayet sakin:
-Daha ne istiyorsun bak çocuk iki dişini de kendi çıkarmış. Senin küçükken yapamadığın cesareti o yapmış. Senide diş çıkarma olayından kurtarmış dedi. Ben çaresiz halde:
-Ama ben birden iki dişi bu şekilde çıkmasını istememiştim kiii... Dedim.
Yine elini ağzını yıka sonra tekrar yatağına yatırdım. Bu sefer yatağına  yatırırken de ''bak bir daha dişlerinle oynama yoksa dişin eğri çıkar'' diyede gözünü korkutup hemen yatırıp, çocuğu uyuttum. :)

Ertesi gün sabah okula gitmeden önce, kahvaltı yaparken Emir bana :
-Anne verdiğim dişi nereye koydun dedi. Bende:
-Peçeteye koydum   masanın üzerinde . Ne oldu ki? dedim. Emir:
-Anne akşam dişlerimi yastığın altına koyalım mı? Diş perisi gelir belki dişlerimi alıp para koyar dedi. :) ben de gülerek ''tamam'' diyerek kestirip attım.

Sonra eşim ile konuşunca karalaştırdık ki, biz dişilerinin yerine para koymayalım. Eğer para koyarsak bu iyice inanacak bir haftada ağzında ki bütün dişini gözümüzün önünde çıkarıp bize verecek. Çizgi filmdeki o yaratık bir gün sonra hiç bir şey olmamış gibi başka bir konu ile tekrar dişleri ile karşımıza çıkıyor. Ama Emir de öyle bir şey olmayacağı için çocuğun dişi gözlerimizin önünde çıkacak sonrada dişsiz ne yemek yer, nede bir şey içebilir doğru düzgün, diyerek karalaştırdık.

Akşamda Emir'i karşımıza alıp. ''Orada ki çizgi film gerçek değil öyle bir şey olmaz'' diyerek çeşitli örnekler vererek anlattık. Akıllı oğlum anladı. ''Tamam'' dedi. Ve yattı.
Tabi ben üzgün, şimdi çocuğun dişi boşu boşuna mı çıktı? Para koysak ne olur du?'' Diyerek analık duygularım ağır bastığı için kocişkoya sitem ettim. Biraz, ama onun haklı olduğunu bildiğim için analık duygularımı bastırıp, yastığının altına para koymadım. :(

Emir'in bu şekilde üst dişlerinden bir 6 ay kadar sonra alt dişlerinden ikisi sallanırken kuzum:
-Anne dişim bak çok sallanıyor çıkarayım mı diyerek bu sefer işini garanti altına aldı.
Bende dişinin sallanıp sallanmadığını onaylamak için elimi dişine değdirdiğim de gördüm ki diş düştü düşecek. Ama asılıp çekmeye korkan, ödlek biri olan ben, hemen elimi sanki bir yaratık ısıracakmış gibi hızla çekip:
-Tamam oğlum dişini asılda çıksın. Dedim. Kuzum iki dişinide bu şekilde çıkardı...

Sonrası mı? Sonrası da yarın gelsin.
Bu hikaye biraz uzuna benziyor. Şimdi gece gece ne ben yazmak için uğraşayım nede siz okumak için daha fazla yorulun. :) Yarın kaldığımız yerden devam ederiz. :)


Hoşça kalın.








Bana Ulaşabileceğiniz Diğer Sosyal Hesaplarım

26 Aralık 2014 Cuma

Yeni yılda habersiz de modasız da kalmayın!

Yeni yılda habersiz de modasız da kalmayın!
Haberleri takip etmek için kullanılabilecek en iyi uygulama Hürriyet E-gazete olsa gerek. Hem basılı gazete okuma keyfini yaşarken, hem de güncel haberlere ulaşabilme imkanı sunuyor. Uygulamanın son güncellemeleri ile de; hava durumuna, burcuma, finans haberlerine ve sinema rehberine ulaşabiliyorum. Hürriyet E-Gazete'nin en güzel yanı da (sona sakladım) bir sonraki günün haberlerini 00:00'da alınıyor olması. 
Şimdi de sizi Hürriyet E-gazete'nin yılbaşı paketi ile tanıştırmak istiyorum. Bu pakette Hürriyet E-Gazete'nin yanı sıra, Elle ve Atlas dergilerinin dijital kopyası var :)

Haberleri ve gündemi hem gazete okuma keyfini yaşayarak takip etmek isteyenler, hem de ben gazetemi okurken bir yandan da falıma da bakarım, filmlerden de haberim olur diyenler yılbaşı paketini kaçırmasın derim! Hem de kısa bir süre için sunulan bu paketi alıp, gazete keyfini sürerken modayı Elle ile takip de edebilir, Atlas okuyarak da farklı keşifler yaşayabilirsiniz.
Yeni yılda sevdiklerine sevdiğin şeyleri hediye etmek de adettendir. Siz de arkadaşlarınıza ve gazetesiz olmaz diyen aile üyelerinize 6 aylık veya 1 yıllık versiyonları olan Hürriyet E-Gazete paketlerinden birini hediye edebilirsiniz. Her gün kullandıkça sizi hatırlasınlar
Daha ayrıntılı bilgi almak için sitelerini ziyaret edebilirsiniz.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

25 Aralık 2014 Perşembe

HAFTA SONU MOGAN GÖLÜNE GİTTİK

Emir'in yeni okulundan, ikinci olarak(?) değiştirdiği öğretmeni Ankara'ya Emir'in dediğine göre mecburiyetten gelmiş tam bir Ankara düşmanı biri. Sürekli çocuklara: 
''Ankara'nın nesi güzel ki denizi bile yok, buranın nesini seviyorsunuz ki'' diye bir sürü buna benzer saçma sapan sorular sormuş.
 Bende ''Allah'a Allah'a o sevmiyorsa durmasın Ankara da ona zorla mı tutuyoruz, Ankara'yı yaratan ile İstanbul'u yaratan aynı kişi değil mi? Sanki denizi İstanbullular kendileri mi yapmışlarda bu kadar çok övünürler. Onlarda deniz varsa bizde de göller var. Biz göller ile deniz manzarası ve havası isteğimizi gideriyoruz.'' Dedim.
Ben bunları söyledikten sonra Emir hemen:
-Anne bu hafta sonu göle gidelim mi dedi? :)  (Çocuğa Ankara da çok güzel göller var dersen oda heves eder tabi doğal olarak, Suç çocukta değil ki çocuğun aklına getirende, yani bende... Evet itiraf ediyorum biranda gaza geldim Ankara'nın göllerini (başıma gelecekleri bilmeden) çocukların karşısında övmeye başladım :( )
Ben: Immm hava soğuk ama üşürsünüz...
Emir: Üşümeyiz hadi ama ne olur... Ne olur... Ne olur...
Diye ısrarları kardeşi ile de birleşince yalvarma derecesine gelince. Bizde onları kırmamak için ayrıca kışın Mogan gölüne hiç gitmediğimiz için kışın orası nasıl onuda görmek adına pazar günü düştük yollara..


Mogan gölü; Ankara'nın Göl başı ilçesinde bulunuyor. Araba ile gelenler için girişte her araba başına 6 TL ücret isteniyor.

Mogan gölün etrafında, uzun bir yürüyüş alanı, luna park ve piknik alanları yapılmış. Birde çok fazla restoran işletmeleri var. Ki bence çok fazla(!) Özellikle gölün çevresini bu işletmelerin işgal etmesi biraz sinir bozucu ama yinede yürüyüş alanında yeteri kadar göl kenarı mevcut olduğu için insan o yürüyüş alanları ile teselli oluyor.


Biz çocuklar ile yürüyüş alanında bol bol yürüyerek ördekleri vede martıları seyrettik. Hııı birde tabi ki bol bol fotoğraf çektim ve çektik.. :) Biz bu güne kadar Mogan parkına genellikle yaz yada ilkbahar mevsiminde piknik maksatlı gittiğimiz için. Kışın nasıl olduğunu hiç bilmiyorduk. Ama bu gidişimizde öğrendik ki Mogan gölü ve parkı kışında bir harika!.. Özellikle etrafta fazla insan olmadığı için gönül rahatlığı ile doya doya gezebiliyorsunuz. :)


Yaşlı ağaçların kesilip yerine yeni fidanların dikili alana gelince çocuklar ''Anne o ağaçlar ölmüş mü dediler?'' Bende onlara'' O ağaçlar yaşlandıkları için kesilmiş ama yerine yenileri dikilmiş ki yeşillik alan bitmesin diye dediğimde.
Emir:Anne tıbki insanlar gibi değil mi onlarda yaşlanınca ölüyor dedi..
Canım kuzum çok yerinde vede doğru bir tespit yaptı. Doğadaki her şey gibi insanlarda dahil her şeyin bir sonu oluyor. Mevsimlerin bile ilk bahar mevsiminde her şey yeni doğarken kış mevsiminde ağaç yaprakları, çiçekler ölüyor...


Ama her şeye rağmen hayat yaşamaya değer. her mevsimin ayrı bir güzelliği var sonbahar vede kışın görüntüsü ayrı bir güzel. Üstelik bazı meyve ve sebzelerde kışın yeniden hayata gelip yazın ölüyorlar portakal ve mandalina gibi... :) Cenabı Allah o kışın vücudumuz için gerekli olan meyveleri o mevsimde yaratmış İnsanı bu kadar düşünen vede onun hayatı için ondan çok düşünen bir kudret için Allah'a olan görevimiz yapılmazsa nankörlüğün en büyüğünü yapmış olmaz mıyız?...


Biz çocuklar ile çok eğlendik. Bol bol deniz havası olmasa da göl havası alıp ciğerlerimize bayram havası yaşattık :) Artık onlarda ellerine mendil alıp halay çekmişlerdir, herhalde... :))


Bu arada size bir sır vereyim mi? 
Ben sanırım geleceğin büyük bir fotoğrafçısını evimde yetiştiriyorum. :) Bizim resmimizi çekerken bir görseniz bir havalar, bir tiripler, şekilden şekle girmeler... :) Çok komik halleri vardı onun o halini çekmek için elime telefonumu alınca bana hemen
-Anne dikkatimi dağıtma pozunu bozma diye azarladı... Eee çocuk haklı bu kareyi yakalamak için çok büyük çaba sarf etti. :)


Ama ben onların bu karelerini iki saniyede habersiz olarak çektim :) Kardeşlik bambaşka bir şey ya!... Bak şimdi kardeşlerimi özledim :(


Bu ahşap yürüyüş yoluna ben bayıldım. Yazın gittiğimde buralarını hiç görmemiştim. Biz genellikle park ve piknik alanlarında olduğumuz için bu taraflarını hiç görmemişim ama gerçekten de çok harika bir yermiş... Tek kelime ile ba-yıl-dım!... :)


Ama düşünüyorum da sanırım yazın buralar bu kadar güzel olamaz... :( Çünkü yazın çok kalabalık olduğu için bu kadar etkili vede sesiz olmadığı için. Bu derece büyülü olamazdı...


Gri gök yüzü rengi ile birlikte bir bütün gibi olan gri göl içinde ki ördekleri bir harika görüntü oluşturmuşlar. Özellikle onları seyrederken ara ara gölün altına geçip ağızlarında küçük bir solucan yada balık ile çıkıp onları yediklerini izlerken, çocuklar ile birlikte çığlıklar atarak onları izledik. :) Bu arada orada üşürler yazıkkk diyede  üzülen bir çocuğa her ne kadar onlar üşümez Allah onları öyle yaratmış dememize rağmen inandıramadık ve ara ara onlarla birlikte bizde üzülmüş gibi yaptık :) 


O kadar çok yürü,  koş, hareket et, bir yerde bünyede yoruluyor. Biraz mola vermek bizimde hakkımız. :)


Küçük bir alanda tutulan ördek sürüsü vardı...


Buradaki ördeklerde Efe'nin keşfettiğine göre beyaz olanlar kızlar, siyah olanlar ise erkeklermiş, yeşil olanlarda babalar imiş...
Ben: Neden oğlum öyle diyorsun? Dediğimde
Efe: Anne baksana burada bir sürü beyaz ve siyah var gölün üstünde kiler ise yeşiller onlar baba işe gitmişler bunlarda anne ve kızlar evde kalmışlar. Bak şurada ki yeşil olanda onları korumak için evde kalmış... Dedi. :)

Ben demedim Efe öyle dedi. :) Oğlum öyle diyorsa öyledir. BİTTİ. :))

Hoşça kalın.


23 Aralık 2014 Salı

OĞLUMUN (R) HARFİNİ SÖYLEYEMEME PROBLEMİNİ ÇÖZME YÖNTEMLERİMİZ

Canım oğlum Emir de olan (R)  harfini söyleyememe problemi burada yazmıştım. Bu yazıma bir sürü yorumlar geldi ve halende yorumlar gelmekte bu problemi nasıl çözdüğüm soruluyor.


Öncelikle bu problemi ilk başlarda biz anne ve babalar fazla dikkate almıyoruz hatta onların o şekilde konuşmaları çok hoşumuza dahi gidiyor. Bizde ilk senelerde böyle bir problem olacağını hiç duymamış vede görmediğimiz için habersizdik. Hatta oğlum ile birlikte bizde ''lesim, bil, döyt...gibi...'' söyler. Ara ara ''neydi oğlum'' diyerek sorar o kelimeyi söyletip kahkahalar atardık. Yanaklarımız ağrıyana kadar gülerdik. Ama o şekilde çok tatlı oluyordu ne yapayım? ;)
Kuzum, bizimde onun gibi konuştuğumuzu görünce söylediği kelimeleri doğru sanmış ve devamlı artık o şekilde konuşmaya başlamış.

Aslında (R) harfini söyleyememe, bazı çocuklarda dil altı bağlarında kısa yada uzun olmasından kaynaklanan bir problemmiş. Hatta eskiden, eskiler bu şekilde (R) leri söyleyemeyen çocukların dil altına çakıl taşları koyarlarmış. Böylelikle o çakıl taşları zamanla dil altı bağını aşındırarak çözüm olacağına inanırlarmış(!). Ama ne derece doğrudur... Bilemem...

Çok şükür ki Emir de öyle bir problem yok. Çünkü oğlum (R) harfini aslında söyleyebiliyormuş ama çocukken hemen hemen her çocukta olduğu gibi tam söyleyemiyormuş. Bizde onu düzeltmek yerine onun gibi konuşmaya başlayınca oda örnek olarak aldığı, bizimde aynı şekilde konuşmamızı görünce doğru konuştuğunu sanıp o kelimelerin yanlış değilde doğrusu o şekilde sanmış.  Ve böylelikle (R) harfini hayatından çıkarmış. Daha ki ilk okula gidene kadar. Okula gidince arkadaşlarından vede öğretmeninden öğrendi ki aslında (R) harfi de varmış. Bu sefer öğretmenin de uyarması sonucu  bizde dikkat etmeye başladık.

Ama gördük ki (R) harfini söylemeye söylemeye iyice unutmuş. Birde hızlı konuştuğu için bazen (R) harfini yuvarlayarak kaybetmeye başlamış.

Bu problemi çözmek için, bizim yaptığımız vede halen ara ara yaptığımız çalışmalar:
  • İlk  olarak onun her yanlış söylediğini düzeltmeye başladık. Ve onun karşısında da bizde özellikle R harfini vurgulayarak konuşmaya başladık.
  • Kitap okurken onu odasında sesli olarak kitap okumasını söyledim. Bende ondan uzakta salon yada koridorda oldum. O kitap okurken benim duymam için yüksek sesle okumaya başladı. Okurken (R) leri söylemeden okuduğu zaman hemen onu kesip düzelttirdim. Sonra tekrar o kelimeyi söyleyerek okumasına başlamasını istedim. Böylelikle (R) harfi olan kelimeleri daha çok dikkat ederek okumaya gayret etti.
  • (R) harfi ile olan dörtlükler vede tekerlemeler öğretip onları söylettim.
  • Dil hareketleri yaptırdım ara ara. Hatta onunla birlikte ben ile kardeşi de yaptık. Böylece bu dil eksersizleri bizim için bir oyun gibi oldu. :)

Bizim Yaptığımız Dil Egzersizleri:
  1. Dili dışarı çıkarmak
  2. Dili dudakların sağına soluna değdirmek
  3. Dili dışarı içeri çekmek
  4. Dili buruna doğru sokmak
  5. Dili çeneye doğru çıkarmak
  6. Dilin ucunu alt-üst dişlerle ısırmak
  7. Dil ile dudakları yalama.(yuvarlayarak)
  8. Dili üst ön dişlere değdirme
  9. Dili şaklatma (dil ile üst damağa vurup alt damağa çekerek ses çıkarma)
  10. Dil ucunu üst dişlerden en aşağıdaki ve en soldakine değdirme
  11. Dil ucunu alt dişlerden en sağdaki ve en soldaki üzerine değdirme
  12. Dili ağız içinde (u) biçiminde kıvırma (yanlarda)
  13. Dil ile dudakları ıslatma 

Toplumuzda genellikle (R) harfini söyleyemeyen kişiler, toplum gözünde çok sempatik olarak görülürler. Ama maalesef ki bu problem ile hava harp okuluna yada askeri liselere girmek isteyen çocuklar için karşısına bir engel olarak çıkıyormuş. O sebepten aileler bu şekilde problemi olan çocukları ''Aman boş ver (R) harfini de söylemeyiversin ne kaybeder diyerek düşünmesin.''  Belkide çocuğunuzun çok gitmek istediği bir okula bu problem yüzünden gidemeyecek.
Bu problem çocukken çözülmesi çok daha kolaymış. Yaş ilerledikçe düzelmesi de zorlaşıyormuş. O sebepten ne kadar erkenden başlarsanız sizin için kardır.

Biz ailecek Emir'i uyararak, hatta (R) harfini vurgulayarak konuşmamız sonucu şimdi de Efe sürekli (R) harfini vurgulayarak konuşmaya başladı ''rresim, birrr, dörrrrt... gibi'' Buyur burdan yak. Aldık mı başa ikinci belayı (R) HARFİNİ VURGULAMA. :)
Hay Allah'ım sözde ikisi de aynı karında yaşamış olan kardeşler, ama biri ''bil'' derken diğeri ''birrr'' demesi gerçekten de çok komik. İkisi de birbirinden çok zıt. Ben boşuna mı kara kuzu ile ak kuzu diyorum. Bak gördün mü ikisi de birbirinin çok zıttı. 
Ama her şeye rağmen onlar benim en kıymetlilerim!... :)


Hoşça kalın.


21 Aralık 2014 Pazar

BAB-I ESRAR KİTAP YORUMU

Yazar: Ahmet Ümit

Sayfa Sayısı: 392

Yayın Evi: Doğan kitap


Bab-ı esrar, Ahmet Ümit'in ilk okuduğum eseri ve bundan sonra eminim ki son olmayacak. Artık tüm eserlerini merak eder oldum. Bu romanını okuduktan sonra, diğer yazdığı romanları da okumak için çok sabırsızlanıyorum. Ama bu romandan sonra diğer romanlar için beklentim büyük, umarım diğer romanları beklentimin altında değildir. 

Kitabın konusu Konya da yaşamış olan Mevlana ve Şems Tebriz-i arasındaki aşk'a küçük küçük dokunarak hemi öğretiyor. Hemi de 700 Yıllık bir mistik olayı tekrar roman kahramanı suretinde de olsa gözlerimizin önüne getiriyor. Açıkçası bu kitabı okurken Mevlana Celalettinin Ruminin eseri dinleyi vede mesnevi kitabını okumama rağmen mesnevilik vede Şems Tebriz-i hakkındaki bilgimin be kadar eksik olduğunu anladım ve bir Konya'lı olarak kendi kendime kızdım.

Çünkü bu kitaptan sonra öğrendim ki Mevlana'nın kızlığı Kimya ile Şems Tebriz-i evlenmiş. Şems Tebriz-i ise o kızı kıskançlık sonucu boğarak öldürmüş. Kimya öldürdükten sonra Mevlana'nın küçük oğlu Alaaddin'in de  içinde olduğu 7 kişilik bir gurup ile Şems Tebriz-yi bıçaklayarak öldürülmüşler ve sonrada kuyuya atmışlar. Mevlana Celaleddin Rumi'nin büyük oğlu, Şems Tebriz-yi rüyasında sürekli ıslak bir halde ''benim üstümü ört'' diyerek görmesi üzerine, Şems Tebriz-i'yi arayarak, cesedini bir kuyu içinde bulmuş ve çıkarmış... Vs.. Gibi şeyleri bu romanı okurken öğrendim.

Roman her ne kadar bilindik vede tanınmış iki kişiyi anlatır olsa da; olayda mesnevi Poyraz vede Londra'lı Susan'dan olma olan Karen Kimya üzerinden yazılıyor. Karen Kimya henüz 10 yaşında iken babası onu Afkanistan'lı bir dostu ile bırakıp gidiyor. Ve bir daha babasını ne görüyor nede haber alıyor. Karen Kimya yıllar sonra işi gereği bir otelin yangını çözmek için Konya'ya gidiyor. Ve orada onu o kadar enteresan günler bekliyor ki kimi zaman hangisi gerçek, hangisi hayal karıştırıyor... Ara ara rüyasına giren Şems Tebriz-i mi dersin; otelde çıkan bir yangın sonucu ölen kişilerin kaza sonucu değilde bir sabotaj sonucumu öldükleri; ve son olarak ise ettiklerini canı ile ödeyen iki kişinin ölümü mü dersiniz... Buna benzer kah gerilim yüklü, kah polisiye tarzı bu romanda zaman zaman meraklanacak. Zaman zaman gerilecek siniz. Ama hepisinden de önemlisi çok zevkle okuyacaksınız.

İsterseniz romanın tüm içeriğini anlatmayayım da okumayanlar varsa okurken en az benim kadar merak vede büyük bir sabırsızlık ile romanı okusun. Ben bu kitabı elime alınca ilk bölümü okuduğum andan beri elimden hiç düşürmedim. sürekli her fırsatta elime alıp okumak için resmen fırsatlar yarattım. Yazarın başrol kahramanı Karen Kimya yerine sanki kendim geçtim ve o olaylar olurken en az Karen Kimya kadar bende heyecanlandım ve sonucunu merakla bekledim...

Kitabı uykularımdan vede kendime ayırdığım zamanlardan fedakarlık vererek bir haftada okudum. :) O sebepten okumayanlara kesinlikle tavsiye ederim. Ben okumakta geç kalmışım ama sizler geç almayın hemen en yakın kitapçıdan bir tane alıp okuyun.



Hoşça kalın.



18 Aralık 2014 Perşembe

EVDE KREŞ EĞİTİMİ VERMEYE ÇALIŞAN ANANIN DÜŞTÜĞÜ HALLER

Efe'yi okuldan aldıktan sonra yeni okulumuzdaki okulun ana sınıfı dolu olduğu için oğlumu ana okuluna almadılar. Kreşler ise, iyi kaliteli olanlar ateş pahası şuan ki bütçe ile o kreşin ücretini ödemeyiz. O kreşin ücretini ödemek için hiçbir şey yeyip içmeden durmamız gerekli ki ancak ödeyebilelim.. ''Amann sende, bende oğluma kendim kreş eğitimi veririm hem onlardan çokta iyisini veririm.  Geçen sene ana okuluna gitti de ne oldu, iki boyama ve faaliyetten başka hiçbir şey yapmadılar. Biz onları zaten evde de sürekli yapıyoruz. Ben bu kreş eğitimi Kur'an harflerini öğretme ile başlayacağım.'' diyerek kendi kendimi gaza getirdim. Sonra hemen Emir'e kreşte iken aldırdıkları Kur'an-ı Kerim öğreniyorum setini çıkarıp ilk olarak harfleri öğretmek ile işe başladım.

İlk başlarda özellikle harfleri öğrenirken çok zevkli idi, zevkle okudu. (Elif) kaleme benzer\ (be) tek tekerli bebek beşiğine benzer\ (te) içinde iki tane top olan sepete benzer.\ (se) içinde üç yumurta olan tabağa benzer gibi... her harfi bir şeye benzeterek tanıtmışlar. Bizde aynen o şekilde tüm harfleri sıra ile öğrendik.
Harfleri o kadar çok iyi öğrendi ki ara ara karıştırarak soruyorum hemen biliyor. Hatta bir oyunda dalgın ise, hemen bir harf soruyorum. hemen hiç şaşırmadan biliyordu. Oğlumun bu çabuk öğrenme şeklide beni iyiden iyiye hırslandırdı. 

Sonra Bismillah diyerek üstün, esre kısmına geçtik. İlk başlarda kafası karıştı bilemedi üstün gelince harf A ve E harfi de eklenerek okunması gerektiğini esre gelince ise I ve İ harfi geldiğini öğrettim. Bizimki ilk başlarda heceleye heceleye okurken birde üstüne örte Harekesini ekleyince kafası iyiden iyiye arap aşı gibi karıştı. :) Üstün gelince U, Ü demeye esre gelince A,E demeye başladı... :(

Çocuğu sıkmakta istemiyorum, ama hırsta yaptım illaki bu sene ona Kur'an-ı Kerimi evde kendi başıma öğreteceğim, oradaki öğretmenlerden neyim eksik ben kendi çocuğuma kendim öğretirim. diyede düşünüyorum. Ama çocuğun kafası iyice karışınca da stres oluyorum. Kızmamak için dişlerimi sıkıyorum, Benim gergin olduğumu da sezen çocuk artık hiç okumak istemedi. Kitabı saklamış ben bulamayayım diye. Bir iki kere:
Ben: Oğlum hadi kitabını getir de biraz daha çalışalım dediğimde.
Efe: Anne kitabım kayboldu diyor.
Ben: Hadi ama Efe sakladığını biliyorum. (Kıs kıs gülerek) 
Efe: Hayır saklamadım kayboldu :)
Ben odasına gidip her zaman sakladığı yer olan yatağının içine bakıp buluyorum, sonra bir iki çalışıyoruz. Benim velet yine aynı sürekli karıştırıyor, üstelik karıştırdığını kendide bildiği için hiç ciddi olmadan eli ayağı bir türlü durmuyor sağa solu elleyerek kendini derse vermiyor. Ben iyiden iyiye sinirlenmeye elim ayağım sinirden titremeye başladı.
Ben: Oğlum bak bir sakince otur da çalışalım elindeki oyuncakları bırak şu şekilde düz otur diyorum. Yok bizim ki hiç oralı değil sanki çişi gelmiş gibi sallanıp duruyor.
Ben:Çişin mi var?
Efe: Evet
Ben: İyi o zaman git yap
Efe: yok ki, şaka yaptım, şaka yaptım diyerek kah kahkaha kahkaha atıyor....
Dersi dağıtmamak için gülmeyi kesip ciddi olmaya çalışarak 
Ben: Efe şimdi oyun zamanı değil, hadi ders çalışalım söz o zaman seninle oynarım.
Efe: söz mü?
Ben: söz
Efe : tamam o zaman çalışalım dedi..
Ve gayet ciddi şekilde hiç hata yapmadan esre ve üstünü geçti.
Ben şaşkın daha iki dakika önce hepsini birbirine karıştıran çocuk bu değil miydi? Ne çabuk çözdü öyle diye şaşkın şekilde dersi bitirip onunla birlikte oyunlar oynadım.

Ertesi gün yine aynı şekilde, dün gayet güzel şekilde okuduğu yeri yine ilk anki gibi karıştırarak okuyor. 
Ben: Hadi Efe yine dünkü gibi güzelce oku, yine seninle oynayacağım. Dedim. 
Ama bu sefer yutmadı.
Efe: Olmaz okumam diyerek yine sağa sola sallanıyor, eli ayağı yine bir sabit durmuyor.

Baktım olacak gibi değil bir iki tehdit yaptım, ''bak okumazsan sana çizgi film yasağı koyacağım'' yok hiç oralı değil. Sonra aklıma ona kek yapmamak geldi.
Ben: Hadi bak güzelce okusan sana sürpriz olarak çok güzel bir kek yapacağım. dedim.
Efe: Yine tamam olur diyerek ötreyi ve cezimi de çok güzel geçti... :)


Tabi sonra ödülünü yedi... :)

Bu çocuğun huyunu bir türlü anlamadım ya!... Canı isterse herkesten en iyisini yapıyor iki dakikada öğrenip, okuyor. Ama yok canı istemezse sen kendini ye, başını duvarlara vur, dişlerini ve tırnaklarını ye... Hiç umurunda değil senin karşında dalga geçerek gülmeye devam ediyor... :(

Birde üstüne üstelik beni daha çok sinirlendirmek için beni kızdıracak neler varsa onu yapıyor. Beni ciyak ciyak bağırtır. Ama yinede oralı olmaz en sonunda bir ödül vaat ettiğimde iki dakikada okur bitirir. 
'' Ah oğlum bunu keşke başta yapsan da bana sinir kırızleri geçirtme-sen olmaz mı?''

Ama yok yok bu çocuk illaki  ilk başlarda benim sinir olmam için elinden geleni yapıyor. Ya beni sinirlendirmeyi çok seviyor, o halimi görmek istiyor. Yada bana garezi var.... Puffff :(


Hoşça kalın.


15 Aralık 2014 Pazartesi

EVYAH OĞLUMUN HOBİSİ HIRSA DÖNÜŞTÜ!..


Oğlumun satranç oynama hevesi daha kreş yıllarında başlamıştı. Hatta bu postta da belirtmiştim ve bende satranç öğrenmek istiyorum demiştim. Satranç öğrendin mi derseniz orası muamma halen çok iyi bilmiyorum. Özellikle satranç konusunda iyiden iyiye uzmanlaşan oğlum ile kaşık atmayı hiç beceremiyorum. Beraber bir oyuna başlayınca hemen beni iki dakikada çobana yatırıyor. Tamam oğlumun çok iyi bilmesi, iyi hoş... Ama benden çıkan bir çocuğa da sürekli yenilip, daha sonrada onun dalga konusu olmak biraz gurur bozucu bir şey hani... :)
Hele birde yendiğini her önüne gelene ballandıra ballandıra anlatan bir çocuksa ki bu özellik sağ olsun kuzum da fazlası ile var. yandığımın resmidir... :)

 Şimdi hırs bunun neresinde Sultan? Dediğinizi duyar gibiyim. Evet buraya kadar hırs yok gayet normal analı oğullu satranç oynuyoruz ve oğluma yeniliyorum. Ama bu zaman zarflarında oğlum için satranç, bir hobi niteliğinde idi. Oynayınca ve beni yenince mutlu olan bir çocuktu. Ama maalesef zaman bazen bizleri öyle bir ele alıp bazı konularda nasıl hırslandırıyor sa, canım kuzum Emir de aklı iyice olgunlaşıp yavaş yavaş oturdukça o da hayatına hırsı, az azda olsa almaya başladı. :( Üstelik en acı olanı ise o bunun farkında değil ona göre gayet normal bir şeymiş gibi geliyor.

Oğlum kreş ile birlikte 3 senedir satranç oynar ve kurslarına giderdi. Hatta geçen sene satranç 2.si olduğundan da bahsetmiştim. Hatırlamayanlar buraya bakabilir.


Bu sene okul değişikliği söz konusu olunca oğlumun en çok sorduğu soru ''anne acaba orada satranç kursu var mı? Varsa beni alırlar mıydı?''
Bende ona sürekli ''Olmaz olur mu oğlum kesin vardır. Neden seni almasınlar sen satrancı çok iyi bilen birisin. Seni kesin alırlar'' diyerek onu sakinleştiriyordum.

 Ve o gün gelmişti artık kuzumu yeni okuluna kayıt yaptırmıştım. Kayıt yaptırdıktan sonra oğlum ile birlikte öğretmeni ile tanıştık. Tanışma faslı geçtikten sonrada oğlumun satranç merakından bahsedip onu satranç kurslarına yazdırmak istediğimi belirttim. Onlarda satranç öğretmeni ile bizi tanıştırdılar. Öğretmene Emir'in satranç bilgisinden vede başarısından genel olarak bahsettikten sonra, Öğretmen:
 -Tamam bir denerim, iyi oynarsa kursa alırım. iyi oynamazsam almam dedi.
Emir kendinden emin:
-Tamam oynayalım dedi.

Ve kuzum, satranç öğretmeni ile oynadığı satrançta, öğretmenin o kadar çok sıkıştırmasına rağmen onu yendi.
Öğretmen Emir'in pratik zekasına hayran kalmış ve benimle konuşunca da belirtti ki...
''Emir çok zeki bir çocuğa benziyor onu o kadar çok sıkıştırdım vede önüne yem atmama rağmen hiçbirine düşmedi. Benim ne düşündüğümü kestirip tuzağa düşmedi. Aksine beni tuzağa düşürdü. Önünü görebilen bir çocuk. satrançta da önemli olan bu zaten, oyun oynanırken ne olabileceğini hesaplayıp yenmesi gerekir. Ki bu durum Emir de fazlası ile mevcut. Bendeki diğer çocuklar Emir kadar iyi değiller. Emir onlardan çok daha iyi'' dedi.

Satranç kursu haftanın 3 günü 10.30 da başlayıp öğlen okul saatine kadar yani 1.30 a kadar devam ettiğini söyledi. Bu durumda pazartesinden perşembe gününe kadar sabah 10.30 da okula gidip, akşam 18.00 de okuldan gelmiş olacak. Bu uzun saat dilimi beni biraz korkuttu ama maalesef ki oğlumun ısrarına ne ben, nede babası dayanamadı. Ve oğlumu satranca yazdırdık. Hııı ayrıca bu zaman zarfında sadece satranç dersi değil, Türkçe, matematik, fen bilgisi, hayat bilgisi derslerde işliyorlar.

Yaklaşık bir buçuk aydır devam etmekte, Oğlum okula giderken normal ders olduğu gün yani perşembe ve cuma günleri zorla, isteksiz olarak okula giderken, sabah satranç kursuna giderken erkenden saat 9 da kalkıp odasında hemen satranç takımını çıkarıp kendi kendine oyun oynarken buluyorum.
-Oğlum neden erken kalktın, daha zaman vardı, ben seni kahvaltı hazırladıktan sonra uyandırırım. Dememe rağmen.
-Anne yeni taktik yolları bulmak için oynuyorum. uykum yok diyor.

Üstelik akşamları da normal saatten daha geç saatte yatmaya başladı. :(

Kursta en  iyisi olmasına rağmen iyiden iyiye hırs yaptı ve daha iyi, çok daha iyi olmak için sabah akşam çalışıyor. Ki ben öğretmen ''diğer arkadaşları Emir kadar iyi değil dediğinde'' artık oğlumun hevesi gider diye düşünmüştüm. çünkü normalde kendinden kötü, iyi bilmeyen biri ile oynamaktan çok çabuk sıkılırdı. Ama burada aksine iyiden iyiye hırs yaptı. Okulda birinci olmak istediği gibi. diğer okullar arası turnuvada da en iyilerden olmak istiyor...

Onun bu haline ilk başlarda ne güzel bir hedefi var diye düşünmüştüm. Ama son günlerde satrançtan başka bir şey düşünmeyip aklı fikri satrançta olması beni korkuttu. Hobi olarak oynadığı satranç artık hırsa hatta bir hedefe dönüştü....


Hoşça kalın.

13 Aralık 2014 Cumartesi

KEÇİ BOYNUZU TOZLU ŞEKERSİZ KEK

Karı koca sağlıklı beslenme konusunda hem fikir olduğumuz bir dönemde, hani şu yaz aylarından bahsediyorum. genellikle yaz aylarında ince kıyafetlerin içinde fazlalıklar sırıttığı için rahatsız oluruz. Ama kışın kalın kıyafetler giyince o fazlalıklarda o kalın kıyafetler ile kamufle olunca sanki o fazlalıklar gitmiş de biz zayıflamışız gibi hissederiz ya(!) Hah işte tamda o anlardan bahsediyorum. Ne alemse bu her sene aynı şekilde kısır döngü gibi tekrarlar, bizde her sene aynı döngünün içine hiç tereddüt dahi etmeden gireriz.

İşte öyle bir anlarda keçi boynuzu tozu (harnup tozu olarakta biliniyormuş) almış getirmiş. 'Şeker yerine bunu kullanalım' diye...

KEÇİ BOYNUZU TOZLU ŞEKERSİZ KEK

Bizimki önce akşamları yaptığı çay keyfinde harnup tozundan koydu. Bir iki yudum içti içemedi. Çayı olduğu gibi lavaboya döküp yenisini doldurdu. :) Sonrada ''demek ki çayda olmuyormuş'' dedi. Sonra süt ve yoğurtta denedi... Ve çok beğendi... O günden beri özellikle yoğurtlarını harnup tozlu yemeye başladı. Çocuklar ile ben bir kaşık aldık bizim damak tadımıza uymadı. O sebepten biz bir türlü yiyemedik. Ama netten bir iki araştırınca baktım ki bu keçi boynuzu tozu da çok faydalı imiş. Ama bizde hiç yiyemiyoruz ki benim kocişko ise karşımızda şapırdata şapırdata yemesi sinirlerimi bozdu. :) Ben bu harnup tozunu çocuklar ile yemeliyim. Ama nasıl olur diye düşünürken... Aklıma bunun keki yada kurabiyesini yapma fikri düştü. Kurabiye yapmaktan üşendiğim için hemen iki dakikada bir kek çırpıp yapmayı düşündüm. Ve düşünmem ile işe başlamam arasından 1 dakika geçmeden, hemen mutfağa geçip malzemeleri tezgaha dizmeye başladım... :) 

İsterseniz malzemeleri sizlere de yazayım da birlikte bir kez daha yapalım ne dersiniz?  :D


KEÇİ BOYNUZU TOZLU ŞEKERSİZ KEK

Şekersiz kek malzemeleri


  • 1 su bardağı keçi boynuzu tozu (harnup tozu)
  • 2 yumurta
  • 1 su bardağı sıvı yağ
  • 1 su bardağı süt
  • 1 paket kabartma tozu
  • 1,5 su bardağı un
  • Üzeri için pudra şekeri (isteğe bağlı)

Şekersiz kek nasıl yapılır?

Tüm malzemeleri hazırladıktan sonra derin bir kaba yumurtaları kırın onun üzerine de harnup tozunu ekledikten sonra iyice çırpın. Daha sonra sıvı yağ ve sütü de ekleyerek çırpma işlemine devam edin. Tüm malzemeler iyice çırptıktan sonra elenmiş unu ve kabartma tozunu da ekleyip karıştırın tüm malzemeler karışıp. Normal kek hamuru kıvamında bir hamur elde ettikten sonra keki yağlanmış, kek kalıbına dökün. Önceden ısıtılmış 180 derecelik bir fırına koyun. İçi iyice pişene kadar bekledin. Pişip pişmediğini anlamak için ara ara kekinize kürdan sokun eğer ki kurdan ıslak çıkıyorsa daha pişmemiş demek. Ama yok kürdanınıza bulaşmış bir ıslaklık yoksa tamam kekiniz pişmiş demektir.

Piştikten sonra tadına baktım çok şekersizdi bu kadarını ben severim ama çocuklar sevmez diye düşündüğümden üzerine pudra şekeri serpip servis yaptım. Efe ile ben bayılarak yedik. Hatta Efe yaklaşan doğum günü için böyle bir kek sözü aldı benden. :) Eşim zaten sevdiği için onda problem yoktu oda severek yedi. Ama Emir pek sevmedi.  :( Şuanda onunda yemesi için başka çareler arıyorum.  Aklımda kurabiyesini yapma fikri var ama kararsızım belki bakarsın bir muhallebisini de yapabilirim :) Bakalım ilerleyen zamanlarda neler yaparım da ne şekil olarak Emir'e de yediririm belli değil. Ama aklıma koydum bir kere bu keçi boynuzu tozundan Efe ve ben yedik, Emirde yiyeyecekkk!.. Başka yolu yok!. :)


Hoşça kalın.


12 Aralık 2014 Cuma

ÇOCUKLARI MUTLU ETMEK Mİ? ÇOK BASİT ;)

Havanın soğuk olması birde üstüne iş güç binince okula gidip gelmek haricinde son bir aydır burnumuzun ucunu dahi olsun dışarı çıkaramadık. :(

Bana sağdan sağa gelmeler başladığını gören eş kişisi hafta sonu çocukları ve beni alıp bir AVMye götürdü. Eee bu havada gezilecek yer AVM den başka bir yer yok parka gitmek ise önümüzdeki bahara kadar yok... Hem zaten yakınımızdaki park okul yolundan daha fazla çamurlu olduğu için Efe ''anne bir daha bu parka gitmeyelim üstüm pislendi'' dedi...

En yakın AVM Optimum olunca kendimizi oraya attık. Hem zaten ev için almam gereken bir kaç bir şey vardı, bu fırsattan istifade onuda alırım diye düşündüm. Gerçi çocuklar ile alış-verişte bir kabus ama neyse ben bir yolunu bulur çocukları babaya bırakır rahat rahat gezerim diye içten içe planlar yaptım. :)

Biz avm de bir iki dükkan gezdikten sonra benim kuzular mızmızlanmaya başladı. Zaten Emir öyle AVMlerde gezmeyi hiç sevmez onun, alış veriş merkezlerinde zevk aldığı şeyler ya alt kattaki çocuk oyun alanlarında oyun oynamak yada buz pateninde kayanları izleyip düşen kişilere dakikalarca gülmek ve tabi ki birde diğer tüm çocuklar gibi fast-food bölümünden bir şeyler yemektir. Bunu bildiğim için eşim ile çocukları pizza yemek için fast food bölümüne gönderdim. Bende bu fırsattan istifade bir iki dükkan gezdim ama yok istediğim tarzda pek bir şey bulamadım. Tam sıkılmaya başlamışken birde baktım ki karşıma LocoPoco çıktı. Çocuk oyuncak dükkanlarını halen gezmeyi çok seven ben, çok sevindim. Hazır yanımda bebelerde yokken ''oğlum yapma- onu elleme- kırarsın'' gibi sözler sarf etmeden vede görevli kızın gözü üzerimizde sanki bir şeyi alıp kaçacakmışız yada kıracakmışız da oda onu bekler gibi dik dik bize bakması olmadan, rahat rahat oyuncaklara bakabilirim. Ve Efe'nin yaklaşan doğum günü için ise bir hediye bulabilirim diye düşündüğümden hemen kendimi locopocoya attım. O kadar çok çeşit vede farklı kategorilerde oyuncaklar var ki hangisini beğeneceğimi, ne seçeceğime karar veremedim. Aslında ben daha çok pelüş oyuncaklar sevdiğim için peluşları sevdim. Ama benim kuzular biz kız mıyız biz erkeğiz diye düşündükleri için bu tarz oyuncakları sevmez diye düşündüğüm için oradan bir şey almadım. Eve gidip çocuklar ile birlikte netten Efe'nin istediği bir oyuncağı alırım diye düşündüm. 

Eve gelince çocuklar ile birlikte netteki oyuncaklara baktık. Site o kadar güzel hazırlanmış ki her yaş kategorisi için ayrı ayrı bölümler oluşturulmuş. Ayrıca oyuncak türlerine göre de çeşitlendirme yapılmış. İster öğretici, ister puzzeli, ister oyun hamuru tarzı, isterseniz de pelüş tarzı oyuncakları seçer oradan çocuğunuzun istediği şeyleri alabilirsiniz. Üstelik 75 TL üstü alış-verişler için kargo ücreti tok. Kargosu ise hemen bir iki gün içinde elinize sapasağlam ulaşıyor. Bu konuda çok titizler takdir ettim doğrusu.

Bizim oyuncak seçimimiz Efe'yi etkilemek için o kadar çok uğraşmama rağmen Efe yine bildiğini okudu ve  Trash parck 3 çöps çetesi UFT fırıldak çöps arena  oyunu seçti. Bu oyun setini almak isteyince bende fazla zorlamadım nede olsa doğum günü onun doğum günü. :)

Emir'im yanında boynu bükük kalmasın diye düşündüğüm için oğlumun takım sevdasını da kullanarak ona da son zamanlarda en çok ihtiyacı olan bir tane galatasaraylı çelik matara siparişi verdim.

Sipariş verdiğim gün hatta saatten itibaren kargonun yolunu dört göz ile bekleyen kuzuları kargocu daha fazla bekletmeden 2 gün sonra kargo kapımızı çaldı. Ben hemen kuzuları çağırıp paketi onlara verip, imzamı atıp kargocuyu gönderdim.

Bizimkiler ise alel acele paketlerini açıp çöps çetesi oyunu oynamak için kuruldular. :)


Bir çocuğu mutlu etmek aslında ne kadar çok kolay, kolay olduğu kadarda dünyanın en güzel duygusu :) Çocuklarım mutlu mutlu kahkahalar atıp oynarken bizde eşim ile onları izleyerek mutlu olup loco poco ya Allah razı olsun diye dualar ettik.


Bu oyunun nasıl oynadığına gelecek olursak oyunu oynamak çok zevkli ister tek kişi isterseniz de iki kişi ile oynayabilirsiniz. Ama bence her oyunda tek başına oynamaktan çok iki kişi oynayınca daha zevkli olduğu için iki kişi ile oynanılırsa daha bir zevkli oluyor. Hatta siz bu oyunu ara ara girerek 3 kişi yada 4 kişilik dahi oynayabilirsiniz. :) Sizinde dahil olduğunuz oyunları çocuklar daha çok seviyor tecrübeye tabidir. :)

 Özellikle erkek çocuğu anaları size söylüyorum. Çocuklar bu oyuna bayılıyorlar. :) Bence onları mutlu etmek bu kadar kolayken hiç zaman kaybetmeden sizde onları mutlu edin. :)



Üstteki videoda nasıl oynandığını gösteren bir tanıtım videosu var oradan bakabilirsiniz.


Emir'im ise o gün okula giderken hemen suluğunu boynuna takıp tıp ki bir ceylan yavrusu gibi seke seke belki binerce kez teşekkürler ederek okula gitti. :)

Bu dünyada çocukların ışıl ışıl gülen gözler ile size bakması kadar güzel bir şey var mı?


Hoşça kalın.

10 Aralık 2014 Çarşamba

ULUCANLAR CEZA EVİ MÜZESİNİ GEZDİK

Merhabalar sevgili okurlar,
 Baktım da gezdiğim başka şehirleri en ince ayrıntısına kadar uzun uzun anlatırken, Ankara da gezdiğim hiç bir yeri (harikalar diyarı hariç) eklememişim. O sebepten bugün Ankara da gezilecek yerler arasında yazın gittiğimiz bir yeri paylaşmak istiyorum.

Burası bir müze, aslında 2011 yılından bu güne kadar müze. Daha önceleri 81 senelik geçmişi olan  bir siyasi hapishane olarak kullanılmış. Bu hapishanede dönemin ünlü cumhurbaşkanı, başbakanı, yazarları vede gazetecileri burada tutuklu olarak kalmışlar.


Ben bu ceza evine müze olmadan halen ceza evi iken 2006 yılında teyze oğlunu ziyaret için gitmiştim. Üstelik o gün gittiğimde şuanda yanımda olan Emir'e hamile idim. Şimdi, nerede ise boyuma yaklaşmış canım kuzum nede çabuk büyüyor öyle. :( Şuanda duygusala bağlamış modundayım dokunmayın bana dokunursanız ağlarım üğğğğ....


Bu arada teyze oğlu o yıllarda burada suçlu olarak değil asker olarak vatani görevini yapıyordu. Onuda belirteyim de yanlış anlaşılma olmasın. O yıllarda o burada askerlik görevini yaparken onu ziyarete gelmiştik. O seneler bu cezaevi halen faaliyette içinde cezasını çeken insanlar vardı. Ve ben hayatımda ilk defa bir ceza evine dış avlusu dahi olsa girmenin tedirginliği ile, içerisini de çok merak etmiş. Ve eşime:
-Keşke içini gezmek gibi bir imkanımız olsa demiştim.
Oda bana gülüp ''hiç öyle şey olur mu!'' demişti...

2011 senesinde Ulucanlar ceza evinin artık müze olduğunu ve ziyaretçilere koğuşlar vede oranın tüm bölmeleri açıldığını duyunca çok sevinmiş ve eşime '' bak gördün mü olmuş, artık orayı gezebiliriz '' demiştim. :)
Müze olarak kullanılmaya başladığından beri orayı görmeyi çok istedim. Ama maalesef bir türlü bir gidip görmek nasip olmamıştı.

 Daha ki 2014 senesine kadar. Bu sene Ulusa yolumuz düşünce, dönüşte Ulucanlar cezaevi müzesine de uğradık.



Ulucanlar cezaevi müzesine girmek için ilk önce büyük taş duvardan içeri girip geniş bir bahçeye ulaşıyorsunuz. O bahçenin biraz ilerisinde yukarıdaki resimde de gördüğünüz üzere Ulucanlar cezaevi müzesi yazan bir bölümü görürsünüz. O bölümden içeri girip  5 TL müze ücreti ödedikten sonra gezebilirsiniz. Bu arada müzede müze kartı vede maxsimum kart geçerli değil. Öğrenciler için 2 TL diğer kişiler için ise 5 TL çocuklara tabiki de ücretsiz.


Müzeye girdikten sonra okları takip ederek rahatlıkla gezebilirsiniz. Gezide ilk olarak 9. ve 10 koğuş olarak bilinene hilton koğuşu karşımıza çıkıyor.


Hilton Koğuşta Bülent Ecevit ve Necip Fazıl Kısakürek gibi dönemin ünlü insanları yatmış. Ama öyle hilton dendiğine bakmayın çok kötü bir yer hilton demekteki maksat diğer koğuşlar içinde tek iki katlı yerden yüksek yer olduğu için hilton adını almış.


Hilton koğuşun hemen sağ tarafında müşahide ve telcit odaları var orada bal mumu heykelleri vede seslendirmeler olduğu için çok gerçekçi gibi olmuş. O sebepten insanın tüyleri ürperip o anı hayali dahi olsa biran kendini koyuyor. Ve gerçekten de hayali dahi olsa çok acı vede zor... Orada yaşayan insanların bu acılara nasıl dayandığını anlamak çok zor...:(


Seslendirmenin yapıldığı bölümde tek kişilik hücreler halinde olan odalar bulunmakta.  Burada kalan insanlar henüz mahkumiyeti gerçekleşmemiş yada ceza evinde disiplin suçu işleyen mahkumların kaldığı yerler. Up uzun soğuk vede karanlık koridorda gezmesi bile çok zor. Bu bölümde kalan mahkumların sesini canlandırmak için seslendirme koymuşlar. O soğuk buz gibi duvarın içinde nem ve acı acı sesler vede bal mumu dahi olsa insan figürlerini görmek bizi üzdü. Çocukları ise çok korkuttu. Canım kuzularım burada fazla duramadan hemen çıktılar. nede olsa onların hayal gücü çok daha kuvvetli olduğu için buradaki bal mumlarını vede seslendirmeleri gerçek olarak düşünmeleri çok normal. Kaldı ki ben bile ara ara ürperdiğimi söylersem yalan olmaz.


Koğuşlar arası avlularda orada gezen kişilerin resimleri, yukarıdaki film şeridi ile o döneminden kalma resimleri sergilenmekte.


En uzun volta atma yerleri burasıymış. O sebepten en hızlı voltalar burada atılırmış. Koğuş ağaları buralarda volta atarken diğer mahkumlar duvarın dibine geçerlermiş.


Ve tabi ki koğuşlar, koğuşlar, koğuşlar.... 25-30 kişilik tek soba ile ısınmaya çalıştıkları, nemli küçük bir pencereden gelen ışık ile hayatını sürdürmek zorunda oldukları yerler...


Bu bölümdeki yağlı boya ile yapılmış resme bayıldım. Orada yatan ressam bir mahkuma aitmiş.


Yemek ve çay içtikleri bölüm...


Buradaki koğuşlar bal mumları ile öyle bir sergilenmiş ki sanki orada yaşayan insanlar gözümüzün önünde bal mumu ile dahi olsa canlanıyor gibi.


Yanık yanık çalan türkü sesleri ile sanki bir mahkum
eline sazını almış dertli dertli çalıp söylüyor. Diğer mahkumlar ise onu dinleyip başka başka dünyalara dalmışlar gibi...


Biz buradaki koğuşları gezerken özgürlüğün kıymetini çok daha iyi anladık. Bence orayı gezen diğer ziyaretçilerde aynı şekilde olsa gerek ki herkesin yüzünde bir acı vede hüzün ile koğuşları gezmekte idi. Koğuşları gezip avluya çıkınca bir ohh!.. deyip kendinize geliyorsunuz. Ve içinizden özgürlük gibisi yok demekten kendinizi alamıyorsunuz.


Burası eğitim kültür salonu olarak anılan bu salonda yakın tarihimizde yaşanan olaylar belgesel olarak gösterilmekte. İsterseniz burada biraz soluklanıp o anı belgesel olarak izleyebilirsiniz.


Ve sıra sıra küçük bölümler ile oluşan görüşme odaları...


Ve en acısı... En kötüsü... Hüzünlü bir son hikayesi yazılan 18 kişinin canın alındığı dar ağacı...

2004 yılından beri idamın kaldırıldığı için demir parmaklıklar arasına alınıp müebbet edilmiş darağacı... Özellikle bu bölümü çocuklara anlatmakta o kadar çok zorlandık ki ne söyleyeceğimizi ne diyeceğimizi bilemedik. Bir insanın canını nasıl başka insanlar alır. İnsanların canını Allah'tan başkası alır mı diye bize ince ince sorular sorup, nasıl cevaplar versek diye bizi kara kara düşündürdüler.

Ama her şeye rağmen hayat devam ediyor ve bizler Allah'ıma binlerce kez şükür ki özgür vede sağlıklı şekilde hayatımızı devam ettiriyoruz. Bundan büyük nimet olabilir mi? Halimize şükretmek için bir neden daha ÖZGÜRÜZ... Daha ne olsun. :)


Hoşça kalın.