30 Eylül 2014 Salı

SULU GÖZLÜ ANNE OLMAK

Annelik kadını baştan aşağı değiştiriyor.... Hiç öyle ''hayırr! ben değişmedim, aynı huydayım, fiziğim dahi aynı duruyor'' demeyin yemezler :)

Değişiyor! Üstelik  öyle bir değişiyor ki ilk halinin tam zıttı şeklinde değişime uğramış halde kendini buluyorsun. Ne demişler kişi kendinden bilir işi... :) O sebepten bu yargıya ben kendimden gözlemleyerek karara vardım.

Çocuk çağlarıma hiç girmeden, ben direk gençlik, lise ve üniversite yıllarım ile karşılaştırma yapmak istiyorum. O yıllarda hiç öyle sulu gözlü değil aksine ketum dahi sayılırdım. :)

Misal verecek olursak o yıllarda eskiden sinemalarda Türk filmlerine ağlandığını duydukça ''Saçma, insan hiç gerçek olmadığını bile bile filme ağlarmıymış'' derdim... Ağlanıyormuş, üstelik öyle böyle değil salya sümük ağlanıyormuş bunu bizzat öğrendim... :)

Sırf bu huyum yüzünden artık duygusal filmler izleyemez oldum. Eeee ağla ağla nereye kadar resmen içim şişiyor. :( O zaman bende polisiye hatta korku bakarım diyerek o tarz filmlere yöneldim. Bu arada laf aramızda ama bu durum en çok kocişkonun işine geldi :) benim bu sulu gözlüğüm sayesinde benimle birlikte korku, polisiye, bilim kurgu, vs.  izler oldu.. :)

Ama sulu gözlü oldum ya bir kere illaki kendime ağlayacak sahne buluyorum. Bu sahneler için illaki filimler bakmada gerek yok dizilerdeki duygusal sahneler bile ağlama fazlasıyla yetiyor. :)

Bu sulu gözlü halime arık çocuklarda öğrendi özellikle Emir duygusal sahneleri görünce hemen kafasını bana doğru çevirip benim gözlerimin içine bakıyor. Acaba annem ağlıyor mu? Yoksa ağlamıyor mu diye...

Geçenlerde bir diziye bakarken gizliden gizliye ağlarken burnum aktı, elimde peçetede yok o sebepten burnumu çektim. Efe burnumu çektiğimi duyunca hemen yanıma gelip kafasını eğerek gözlerime baktı. Sonrada bana:
-Anne o gerçek diil onlar sahte. Hani abim okulda yalandan Nasrettin Hoca olmuştu ya, aynen öyle... Dedi.. :) 

Normalde ona o şekilde ben söylerdim. Bazı sahnelerden etkilenir olsa, gerçek olmadığını bunun bir kurmaca, bir masal kitabını canlandırma şeklinde olduğunu örnekler vererek anlatırdım... Kuzum benim o anlattıklarımı çok iyi anlamış olmalı ki. Benden öğrendiği şeyi şimdi de bana satıyor. :) Bu huyu aynen ben, bende genellikle bir şey öğrenince hemen onu ilk gördüğüm kişiye hatta onu bana öğreten kişiye satarım. :) anasının oğlu ne olacak. :)

Yani sevgili okur anlayacağınız bende bir sulu gözlülüktür gitmekte özellikle bu sene bu sulu gözlü halim daha çok arttı. :( 

 Neden böyle SULU GÖZLÜ BİR ANNE oldum? inanın hiiç bir fikrim yok!... Peki sizce neden böyle olmuş olmalıyım sizlerin fikri yada önerisi olan var mı?

Hoşça kalın.


29 Eylül 2014 Pazartesi

KIZIL ÇUKUR VADİSİ (Kapadokya gezisi 9. kısım)

Selam millet!...

Bugün sizlere Kapadokya gezisi yazı dizimin içinden, bizim için hafif korku. Yok yok hafif değil çok korku vede macera dolu bir başka durağımız olan Kızıl çukur vadi hakkında yazmak istiyorum. :)

Kızıl çukur vadisini, tatile çıkmadan önce güneşin batışını orada izlemenin ayrı bir zevk olduğunu vede oralara giden kişilerin kesinlikle uğraması gereken bir yer olduğunu yorumlarda okumuş. Ve not almıştım. Ama biz öyle önümüze neresi gelirse orayı gezmeyi çok sevdiğimiz için bir sabah kaldığımız otelden kahvaltımızı yapıp daha sonra yola koyulunca önce üç güzelleri gezdik daha sonrada Orta hisar kavşağında yolun bir tarafı Orta hisara bir tarafı da Kızıl vadiye gidiyordu. Biz önce kızıl vadiyi tercih edip, rotamızı kızıl vadiye doğru çevirdik.. :)

Veeeee Kızıl çukur vadisine girdik orada düzlemde arabanızı park edecek yer var. Oraaya arabayı park edip, sonra okları takip ederek gezebilirsiniz.

İki tane ok vardı biri sağ tarafı gösteriyor, diğeri ise sol tarafı gösteriyordu. Sağ taraf tepeye çıkınca bizde ilk orayı tercih ettik. Az bir yürüme ile hemen tepeye çıktık. Kızıl çukur vadisini kuş bakışı izleyebileceğin. Hatta insanların güneşin batışını izledikleri yer olduğu belli idi. Ama biz öğleden sonra gittiğimiz için etrafta bir iki kişiden başka turist yoktu. :) Önce tepeden durup her tarafı biraz izledik. Ama bu bizi kesmedi :)


-Hadi yürüyüş parkurundan vadinin içine doğru yürüyelim...Dedik. ( Nereden bilirdik ki bizi çook uzun vede ıssız bir yolun beklediğini) :)


Ağır adımlar ile yavaş yavaş iniyoruz. Ama bir taraftan da arkamıza bakıyoruz acaba birileri de bizim gibi yürüyor mu diye :) Sonra bir baktık ki arkada 3-4 kişilik bir turist gurubu var ben onları görünce;
-Tamam sadece biz olmayacağız arkadan gelenler var, gönül rahatlığı ile yürüyebiliriz dedim :) Ve yürümeye devam ettik..


Okları takip ederek üzümlü kilisesine oradan da şaraphane mahzenine geldik biz oraları gezerken arkamızdaki turistleri gözden kaçırdık :) Üzümlü kilisenin yanında bir tane kafeterya vardı. Herhalde onlar orada kaldı. :)
Kocişko: Hadi ok aşağıyı gösteriyor yürümeye devam edelim
Ben: Yok biraz dinlenelim de o turistler ile gidelim :)
Kocişko: Niye kendi başımıza gidersek korkar mısın?
Ben: Yooo hiçte korkmam, hadi gidelim  ( Çok pis gaza geldim o an karşıma kurt çıksa dahi yoluma devam edecek durumda olduğum için hiç düşünmeden hızlı hızlı adımlar ile önden önden gidiyorum)



Birde baktım ki karşıma dağın altında bir delik çıktı.... Ben korkup,hemen arkama dönüp:
-Yaaa buraya ben giremem bak arkamızdan da kimse gelmiyor zaten, hadi deliğin içinde kurt yada böcek çıkarsa..
Kocişko: Heee kurtta orada seni bekliyor :) Burası turistlik yerler burada kurt filan olmaz, korkma istersen önden ben gideyim.
Ben,korka korka tamam deyip karanlık tünele girdim. :)


Tünel öyle tahmin ettiğim gibi kısa filanda değil, uzayıp gidiyor :) Fotoğraf flaşlı çekildiği için aydınlık gibi gözüküyor. Yoksa hiç öyle aydınlık filan değil. Gündüz vakti olmasına rağmen içerisi kap karanlık...


Tünelin biri bitiyor hemen diğer tünel karşına çıkıyor yukarıdaki fotoğraftaki gibi...

Neyse biz yavaş yavaş, korkarak, ama yolun sonun nereye gittiğini de çok pis merak ettiğimiz içinde:
- Buraya kadar geldik artık sonuna kadar gidelim... Diyerek  yolumuza devam ediyoruz. :)

Tüneller bittikten sonra bir düzlüğe çıktık. Düzlüğe çıkınca ben derinden bir ''ohh'' çektim. Ama erken sevinmişim, biraz yürüdükten sonra karşımıza yine tünel çıkınca çok iyi anladım. :)


Bizde merak var ya illaki yolun sonunu göreceğiz :) 

Ondan, yine deli cesareti o tünele de girdik. Bu arada arkamızdan halen ne gelen var nede giden :) En azından karşımızdan gelen olsa içimiz yine rahatlayacak yolun sonun nereye gittiğini bileceğiz. Ama yok, kimsecikler yok etrafta ses olarak bir bizim sesimiz birde arı, ve sinek sesi var.. :)

Tünelden devam ederken birde baktık ki tünelin ucu uçurum. :) Bir demirden merdiven ile aşağıya ineceksin sonra yine bir daha demir merdivenden ineceksin... merdivenlerde öyle güvenli filan değil tünele tutturulmuş, basamak aralarında da kocaman boşluklar var. O basamakların arasından bir insan çok kolaylıkla düşer. Düşüp bir yanımız kırılsa bizi bulacak insanda yok. :)
Ben: Yok artık ben buradan da kesinlikle inmem. Baksana, sonra yine karşımıza demir merdivenler çıkacak yine oradan ineceğiz, hııı hatta bunu birde dönüşü var. ben zaten açıktım, bak elimizdeki suyumuzda bitti... Yeter artık dönelim!... diye hiç susmadan habire konuşunca..

 Kocişko: Tamam dönelim... Dedi. ( Bana ben inmem diye direttiğim için döndüm yoksa ben devam ederdim diyor ama bence oda korktu yoksa yine bana çok pis gaz verir o merdivenlerden de beni paşa paşa indirirdi)

Herneyse ne şekilde olursa olsun, sonuç olarak biz geldiğimiz yerden okların ters yönü olarak döndük. :) 

Dönüş yolunu öyle korkarak değilde. hay lay lomm şeklinde yürüdük :)

Nede olsa önümüzde ne var yolun sonu nereye gidiyor, karşımıza ne gelecek bildiğimiz için hiç korkmadan yolculuğun tadını çıkarak döndük.. :)

Bu arada o yürüyüşün sonunda ne vardı, yolun sonu nereye gidiyordu halen hiç bir fikrim yok. :)

Ben yine şimdilik virgül koyup kapadokya gezisi yazıma burada mola veriyorum. Devamı yine gelecek beklemede kalın... :)

Hoşça kalın...

26 Eylül 2014 Cuma

TİŞÖRT BU SEFERDE KIZ ÇOCUK ELBİSESİ OLDU!..

Hayırlı cumalar sevgili okurlar, yarın Kpss ön lisan sınavı var o sınava bende Allah'ın izni ile gireceğim. O sebepten sizlerden dua istiyorum. Lütfen dualarınızda bana da yer verinde sınavım güzel geçsin...

Aslında bugün sınava çalışmak istiyordum. Ama sonrasında ''aman boş ver her şey olacağına varacak'' diyerek çalışmak istemedim. Çünkü ben sınava ne kadar çok çalışırsam o kadar çok heyecanlanıyorum... 

Bugün sizlere yazdan yaptığım, hatta sahibine çoktan ulaşmış olan, arşivimde bekleyen bir değerlendirme çalışmasını paylaşacağım.

Değerlendirme dedim ama siz DIY, yenileme, değişim, dikiş yada tasarım istediğinizi diyebilirsiniz. :) Çünkü bu fikir tamamen benim hayal gücüm ile ortaya çıktı. Hiç bir şekilde başka yerde ne gördüm nede duydum...


Yukarıdaki fotoğrafta da gördüğünüz kız çocuk elbisesi bir değerlendirme çalışması idi... Ama daha sonrasında o şekilde birkaç kez giydikten sonra ondanda sıkıldım. Ve kendi kendime düşünmeye başladım. ''Acaba ne yapsam? Neye dönüştürsem?'' diye...


Veee sonunda aklıma benim daha sakladığım küçüklük elbisem geldi ve hemen kafamda bir ışık yandı. :) Hemen gar dolabına koşup yukarıdaki şekilde olan parçayı alıp. hiç acımadan bir iki makas darbesi ile aşağıdaki hale getirdim...


Ben tüm bu işlemleri yaparken Efe yanımda idi benim bu halimi görünce bana ''anne babam sana kızacak bak, kestin?'' dedi... :) O bazen makası alıp çorap ve pantolon paçalarını kesmişliği olduğunda babası kızıyor ya, o aynı durumu bende yaptığımı düşündü sanırım. :) (Çocuk aklı ne kadar saf vede masum hey Allah'ım :))

Bu işlemleri yaptıktan sonrada dikiş makinesinin karşısına geçip göz kararı ile kesip, biçtiğim parçaları birleştirdim. Dikiş hatalarım elbette var ama bence bu şekilde bile güzel oldu. Ben çok beğendim ve dikerken de zevkle diktim. :) Aslında buna benzer daha çok projelerim var ama zaman konusunda fukara olduğum için bir fırsat bulamadım. Kışı bekliyorum inşallah kışın uzun akşamlarda yine değerlendirme çalışmalarıma kaldığım yerden devam edeceğim...

Hoşça kalın.

24 Eylül 2014 Çarşamba

YER GÖK AŞK DİZİSİNİN ÇEKİLDİĞİ KONAK ( Kapadokya gezisi 8. kısım )

Merhabalar sevgili okurlar, bugün sizlere yine bir gezi postu hazırlamak istedim. Aslına bakarsanız ben post hazırlarken oralara tekrar gidip gezmiş gibi olduğum için, canım yine gezmek istedi :)

Bu seferde hep birlikte yine bir konak gezmeye ne dersiniz?... Efendim, evet mi dediniz? :) Tamam o zaman takılın peşime, yer gök aşk dizisinin çekildiği konağı gezeceğiz... :)

Asmalı konağı gezdikten sonra, yer gök aşk dizisinin konağını da gezmek istedim. Etrafımıza biraz bakındık, belki görürsek tanırız diye, ama maalesef hangi konak olduğunu bilemeyince karşımıza çıkan ilk kişiye sorduk. Oda hemen önünüzdeki konak demesin mi? Biz şaşkın şaşkın konağa doğru yöneldik :)

Veee karşınızda Hancıoğlu konak... :)



Hancı oğlu konak Ürgüp'ün hemen merkezinde bir konak asmalı konağa da mesafe olarak yakın..

Konağa giriş kişi başı 3TL


O dizinin havranı olanlar bu kapıyı hatırlar  :) Konağın avlusuna giren dış kapısı...

Dış kapısından içeri girdikten sonra sizi küçük bir avlu karşılıyor avluda ortada küçük bir fıskiye hemen yanında da bir çeşme var.


Sonra o avludan da bir kapı açılıyor oda konağın içine giriyor... Bakınız yukarıdaki fotoğrafta arka tarafımda kalan kapı. :)


Kapının hemen sağında mutfak  var... Mutfak asmalı konaktaki gibi televizyonlarda gördüğümüz kadar büyük değil gayet mütevazi vede küçük bir mutfak. Televizyonlarda bize sanki deha sal birşeymiş gibi gösteriliyor. Ama hanımlar inanmayın göz yanıltmacası..  :)



Mavi kadife koltuklar, özellikle bu dizide gözüme en çok girenlerden :) Görür görmez o koltukların üzerinde yapılan aile toplantılarını hatırladım :) Üzerine bir oturmasam olmazdı. :)


Konağın tüm kapıları açıktı, ama içindeki eşyalar darmadağın olduğu için kimin odası, eşya nerenin pek belli değildi. :) Konağın içini bu şekilde görünce kapıda bekleyip insanlardan para alan kişilere söylendim. '' Milletten para almasını biliyorlar ama konağın içini düzeltmeden darmadağınık olarak bırakıyorlar' diye..


Konak diziden de bildiğiniz üzere iki katlı genellikle yatak odaları vede teras, üstte olduğu için bence asıl güzel olan yer üst kat. :) Şimdi de küçük küçük adımlar ile yukarı çıkıyorum :)


Konakta en çok görmek istediğim yer Havva ile Yusuf'un yatak odası... Dizide giydiği gelinliği de yukarıda askıda asılı.. :) Gelinlikte aynı şekilde göz yanıltması, dizide Havanın üzerinde durduğu gibi durmuyordu :(


Veeee teras, balkon, dam... yada ne derseniz deyin, ama benim en çok merak ettiğim vede görmek istediğim yerdeyim.. :) Bizim konağı gezdiğimiz zamanlarda da tam güneş batıyordu o sebepten terasta güneşin batışını da izledik. Güneş batarken çok güzel bir kızıllık her tarafı kapladı. :)  O renkler insanın aklına türlü türlü ilhamlar getiriyor. :D




Asıl görmek istediğim yere kadar geldikten sonra hemen gider miyim :) Tabikide ciks :) bir koltuk bulup kurulup etrafı seyrettim. Çok güzel bir manzarası vardı. Ben bayıldım!..



Terasta Ürgüp'ün birbirinden lezzetli yemeklerini yedikleri masa...

Ama ben bu masayıda görünce az aç olan karnım, iyice acıktı :) En iyisi mi biz otelimize gidelim de akşam yemeğimizi yiyelim. :)

Dedik ve hatıralarımıza yer gök aşk dizisi konağını da ekleyip çıktık. :) 

Peki hanımlar sizler bu diziyi izlemiş yada sevmiş miydiniz?.. :) Ben genellikle aşk olan dizileri çok sevdiğim için bu diziyide çok sevmiştim. Gerçi sonunda iyice sapıttıkları için izlemeyi bırakmıştım. Zaten sonra fazla uzatmadan hemen bitirdiler. Bence çokta isabetli bir karar oldu... :)

Kapadokya gezi yazımın daha devamı gelecek beklemede kalın...

Bakalım daha nereleri görüp, nereleri gezeceğiz.. :)

Hoşça kalın...

22 Eylül 2014 Pazartesi

KIŞLIK UN TARHANASI TARİFİM

Merhabalar sevgili okurlar, Tokideki Ses bugün sizlere yazın tatilden dönüşte hazırladığı kışlık un tarhanası tarifini paylaşmak istiyor...

Aslında un tarhanası tarifini soran tanıdıklarıma, ben yazın yapınca paylaşırım demiştim. Ama maalesef ki zaman az, paylaşacak şey çok olunca anca paylaşabildim. :( Neyse artık geç olsun da güç olmasın diyelim ve hemen tarifime geçelim....



Kışlık un tarhanası malzemeleri

  • 1 kilogram domates
  • 1 kilogram kuru soğan
  • 1 kilogram kırmızı salçalık biber
  • 5-6 adet çarliston biber
  • 5-6 adet kırmızı acı biber (isteğe bağlı)
  • 1 kilo ev yoğurdu veya süzme yoğurt (ben süzme yoğurt kullandım )
  • 2 su bardağı dolusu haşlanmış nohut
  • 1 demet maydanoz
  • Tuz
  • Aldığı kadar un

Kışlık un tarhanası nasıl yapılır?

Domates, biber ve soğanları iri iri doğrayın daha sonra bir tencereye koyup kapağını kapatıp. Ocağın ayarını kısık ayara getirip yumuşayıncaya kadar pişirin. Sonra robottan geçirin.

Daha sonra geniş bir kaba robottan geçirdiğiniz karışımı. Yoğurdu, önceden pişirilip yine robottan geçmiş olan nohudu, ve yukarıdaki malzemeler listesindeki un hariç tüm karışımları ekleyip iyice karıştırın. Daha sonrada azar azar un ekleyip yumuşak bir hamur elde edin...


Hamurun kıvamını ayarladıktan sonra oda sıcaklığındaki bir yere üzerine temiz bir bez örterek mayalamaya bırakın. Arada bir kepçe yardımı ile karıştırın ki hamur kayısılanmasın ve ara ara unda eklerseniz karışımınız daha tok olur... Normalde 7 gün bekletiliyormuş, ekşi olsun diye. Biz çok ekşi sevmediğimiz için ben 2 gün bilemedin 3 gün bekletiyorum.


Yeteri kadar beklettikten sonra havadar vede güneş giren bir odaya temiz bir bez serip üzerine küçük küçük parçalar alıp serin. Serdiğiniz bu hamurların üzeri kurudukça çevirin. İki tarafı da biraz kuruduktan sonra toplayıp robota yada eliniz ile ufalayarak kevgirden geçirerek ufalayın...


istediğiniz şekilde robottan çektikten sonra tekrar temiz bir bezin üzerine alıp biraz daha kurutun. Kurutma işlemini yaparken de sabah akşam elinizle altını üstüne getirecek şekilde karıştırın. 


Un tarhananız iyice kuruduktan sonra ister bez torbaya isterseniz de cam kavanozlara doldurup kaldırın. :)


Kışın ise afiyetle yiyin... Ben kışa bırakmadan 3 defa pişirdim bile :))

Yapacak olanlara şimdiden kolay gelsin...

Hoşça kalın...

19 Eylül 2014 Cuma

İLKÖĞRETİM HAFTASI KUTLADIK HEYA... :)

Benim kuzuların, okulunda bugün ilköğretim haftası kutlaması vardı...

Kara kuzum sınıf arkadaşları ile birlikte koroda idi, hep birlikte okul şarkıları söylediler. Hele ki içlerinde bir şarkı vardı ki dilime dolandı sürekli kendimi o şarkıyı söylerken buluyorum :)

''Okula başladık heya okula başladık heya'' :) Çok komik ya bu nakaratı sürekli söylüyorum...

Çocukların dahi dikkatini çekmiş ak kuzu bana:
-Anne sadece öyle değil gerisini de söylesene diye arada beni uyarıyor. :)
Bende ona:
-Ama ben devamını bilmiyorum ki sadece bunu öğrendim deyip  :) Yine mırıldanmaya devam ediyorum :) Iğğğğ gına geldi artık ama dilimden düşmüyor :)

Ama unutacağım, yeter artık ya sabahtan bu zamana kadar aynı nakaratı söylemekten bıktım. :(


Yukarıdaki resimde o şarkıları söyleyen koro... Kırmızı kalbin altındaki, o şarkının nakaratını dilime dolayan benim kara kuzu.. :)

Koro bitiminde ise konuşmalar vede şiir ardından da bu sene okul hayatına yeni adım atan birinci sınıfları vede öğretmenleri piste aldılar.


Yine aynı şekilde kalbin altındaki ise benim küçük olan kuzu, ak kuzu :) Bu arada kafasındaki şapkayı kendisi sabah, bütün ısrarlarıma rağmen beni dinlemeyip giydi.. :) Beyefendi o şekilde çok yakışıklı oluyormuş :) Allah'ım senin yakışıklığını yerim ben... :))  Bu çocuklar okuma yazma öğrenmeden yakışıklılık vede güzellik kavramını öğrendiler. :) 
Şimdi yine bir büyük klasik sözü olarak bizim zamanımızda öylemiydi diyesim geldi :) Ama neyyse diyeyim ve ben susayım. :)

Bu arada burada da paylaştığım üzere yine çocuklara şeker dağıttılar. İlkini hadi yaptınız, ikincisini neden yaptınız ki? Onu yapmasa idiler daha iyiydi. :) Ama ben yine susup neyyse diyorum :)

Aslında aklımda o şarkıların videolarını yükleyip youtebe daha sonrada burada paylaşmak vardı. Ama daha sonradan sizlerin diline de o nakarat dolaşmasın diye vazgeçtim. :)

Okula başladık heya, okula başladık heya... :)

Tamam tamam ben kaçtım... :)

Hoşça kalın...

18 Eylül 2014 Perşembe

DERİNKUYU YERALTI ŞEHRİ (Kapadokya gezisi 7. kısım)

Hanımlar bugünkü yazımı, çocukları bu tatilde yanımda değilde kayınvalidem de bırakmama en önemli etken olan yeraltı şehirleri hakkında yazacağım....

Kapadokya da hemen hemene her kasaba vede köylerinde olan yeraltı şehirlerinin bir çoğu deprem tehlikesi vede zehirlenme tehlikesi olduğu için kapatılmış. Ancak aralarında halen kapatılmayan ziyaretçilere açık olan bazı yeraltı şehirleri de var. 

Biz bu yeraltı şehirlerinden sadece ikisini gezebildik...  Bugün sizlere gezdiğim yeraltı şehirlerinden en derin olan bir yeraltı şehrini sizler ile paylaşmak istiyorum. Şehrin ismi derin kuyu yer altı şehri...



Derin kuyu yeraltı şehri Nevşehir'in Derin kuyu ilçesinde yer almakta. Nevşehir'ede 29 km mesafede bir yer. Şehri gezmek için müze kartınız varsa onun ile gezebilirsiniz. Eğer ki müze kartınız yoksa da 15 TL ücret ödedikten sonra bir bilet alıp gezebilirsiniz...

Derin kuyu yeraltı şehri, yerin 16 kat aşağısı imiş ama ziyarete sadece 8 katı açık. 


Bence bu sekiz katı inmek bile insana derin heyecanlar vede ürperme veriyor... Çünkü gerçekten adından da anlaşıldığı üzere çok derin vede dar koridorları var.



ilk 3-4 kattan sonraki katlara dar ve dikine merdiven ile iniyorsun. Hatta çoğu yerde giderken eğilmeniz bile gerekiyor. Özellikle son kata inerken uzun dapdar bir koridorda eğilerek geçmek zorunda kaldığınız için geçici olarak bel tutulması yaşamanız mümkün :) Eşimde olmuştu da...


İçerisinde çalışma ve barınma odalarının dışında misyonerler okulu, günah çıkarma yeri, vaftiz havuzu gibi yerlerde mevcut...


Şehir yerin altında olduğu için, içerisi çok serin  üşüyebilirsiniz o sebepten aşağıya inmeden önce yanınıza bir tane hırka yada yelek almayı unutmayın.

Herne kadar bazen dar koridorlardan önümüzde ne var bilmeden indiğimiz anlarda korksam da, benim için ömrüm boyunca güzel bir hatıra olarak kalacak bir macera oldu. :)

O sebepten Nevşehir'e gezmeye giderseniz yeraltı şehirlerinden en azından birini görmeden gelmeyin derim... Hımm bu arada eğer ki yanınızda çocuk varsa derin kuyu yeraltı şehrine gitmeyin. Bu şehir diğerlerine göre daha çok derin olduğu için çocuklar korkar ve inmek istemez...

Kapadokya gezi yazılarımın diğerlerini de okumak isterseniz sizleri buraya alayım...

Hoşça kalın...

16 Eylül 2014 Salı

ETEK BU SEFERDE ŞALVAR OLMAK İSTEDİ :)

İyi akşamlar sevgili okur, bugün yine galatasarayın maçı varmış. Eeee bu tokideki ses için ne demek? Yeni bir post hazırlama zamanı var demek. :) Peki ben bu zamanı boş geçer miyim? Tabiki de ciks :)

Aslında gezi yazılarım daha bitmedi ama düşündüm de ben bu okul ve gezi yazılarını paylaşacağım diye sizlere hiiç değerlendirme çalışmalarımdan paylaşmamışım.

Cık cıkk çok ayıp ama benim değerlendirme çalışmalarımı sevip beni takip edenler için ayıp etmişim. Hatta geçenlerden hafif çemkirme şeklinde neden değerlendirme çalışması paylaşmadığım soruldu. Ama sen halen duruyor musun tokideki ses, irkil ve kendine gel ne demişler okur her zaman haklıdır... :) (BUNU DA BEN UYDURDUM)

Neyse sizlerin kafasını daha fazla bulandırmadan ben paylaşacağımı paylaşıp kaçayım. :)

Bu seferki parçam, etek olmaktan sıkılıp, yeleğe dönüş daha sonrada yelek olmaktan da sıkılıp, kız yeğenim için şalvara dönüştü... :)


Nasıl yaptığım alttaki fotoğraftan belli oluyor diye uzun uzun anlatmayacağım. Ama eğerki anlamayan yada kafasına bir şey takılan olursa yorum kısmından yada mail ile istediğiniz soruyu sorabilirsiniz...


Hoşça kalın...

15 Eylül 2014 Pazartesi

ÇOCUKLAR OKULLARA BAŞLADILAR, PEKİ YA BİZLER?

2014 ve 2015 eğitim vede öğretim yılına bugün itibari ile başladık. Gerçi biz bir hafta önceden başlamıştık ama resmi olarak bugün başlamış bulunuyoruz... İnşallah tüm öğretmenler vede öğrenciler için hayırlı geçer ve başarıdan başarıya atlarlar.. :)

Ben kuzularımın, daha dün gibi yeni doğdukları zamanları hatırlarken, birde baktım ki benim kuzular çabucak büyümüşler bile.... Biri 3.sınıf diğeri ise 1. sınıf öğrencisi olmuşlar bile... :)

Peki ya bizler?.. Bizler ne durumdayız onlar gözlerimizin önünde hızlı bir şekilde büyürken biz olduğumuz yerde sayıyormuyuz, keşke öyle olsak ama  ne yazık ki öyle değil... :( Bizlerde yaşlanıyoruz :(

Oysaki ben bugün çocukları sınıflarına bıraktıktan sonra, şöyle eskilere doğru gittiğimde hafızamda kalan ilk okul yıllarımı hatırladım. :)

Ben ilkokula oğluşum Efe gibi erken gitmeyi çok istiyordum. Babam benim hevesimi gördükten sonra beni kıramadı ve okula kayıt ettirmek için müdürün karşısına benim ile birlikte çıktı. Ama maalesef müdür:
-Daha yaşımın çok küçük olduğunu, o sebepten beni kayıt edemeyeceğini ısrarla söylemesi üzerine, babam pes edip 'peki hocam oldu' dedi ve beni aldı götürdü...

Ama tabi ben büyük bir hayal kırıklığına uğradım o sebepten öyle ağlıyorum ki iki gözüm iki çeşme, hüngür hüngür ağlıyorum... :(

Maalesef ki ağlamalarımın bir faydası olmadı, o sene okula gidemedim. Ama o sene öyle üzgün vede mağdurdum ki okula giden her çocuğa büyük bir kıskançlık ile bakar iç geçirirdim ''keşke bende okula gidiyor olsa idim'' diye :(  ..... Bu ŞEKİLDE BİR YIL GEÇTİ....

Vee büyük gün gelmişti ben sorunsuz şekilde okula kayıt olmuş. Şimdi de okul açılmış ilk günüm için okula gidecektim. :) Annemin o gün saçlarımı bir güzel tarayıp daha sonra uzaylı zekiye tarzında iki tane at kuyruğu yapmıştı :) Özellikle o halim gözümün önünde sürekli durur :)

O zaman öyle anneler çocuklarını okula götürmezdi... Yada bizim köyde öyle idi. Çocuk kendi okula gider ve gelirdi...

İlk gün olduğu için babam benim elimden tutup okulu bana göstermek vede okula teslim etmek için götürdü. Hımm birde öyle şimdiki gibi haftalar önceden gelip okulu gezmek,  okul açılmadan bir hafta önceden de okul açılması gibi bir durum yoktu. Onun için ben doğru düzgün okulun yolunu bilmiyordum. Hele ki içini hiiiç görmemiştim. :)

Babam elimi tutup okulun bahçesine beni getirdiğinde bahçenin kalabalık halini görünce biran korktum vede yürümemeye çalışmıştım. Babam ''Korkma kızım bir şey yok onlar senin arkadaşın olacaklar'' diyerek benim kolumu çekerek beni sınıfa götürdüğü aklıma geldi. Vee o onları düşünüp bir kahırlandım.......... :(  ARAMIZDA KALSIN AMA ŞİMDİKİ ÇOCUKLARI DA ÇOOK KISKANDIM YAAA :)  keşke şimdi çocuk olsa idim diye iç çektim. :)

Benim ilk okul günü denince ilk aklıma gelenler bunlar peki sizlerin aklınıza gelenler neler? Sizler ilkokul günlerinizi ne şekilde hatırlıyorsunuz yazın, bana gönderin bende sizin isminizi vede varsa bloğunuzun adresini vererek bloğumda yayınlayayım ne dersiniz güzel olmaz mı? :)

Hoşça kalın...


13 Eylül 2014 Cumartesi

ÇOCUK BİR HAFTADA OKULDAN NASIL SOĞUR?

Facebook sayfamdan beni takip edenlerin de bildiği üzere küçük kuzum Efe, 68 aylık olarak ilkokula geçen pazartesi günü başladı....

Sınıfında, yaş ortalamasının altında kalan kuzum diğer arkadaşlarına göre yaşça küçük olması beni biraz korkuttu; ama oğlumun büyüme merakından vede okuma yazmayı biran önce öğrenmek istemesinden dolayı, okula gitmeyi çoook istedi. Onun bu istediğini kırmamak için bizde 1. sınıfa gitmesine karar verdik.

Kuzum daha yaz tatili bitmesine 2 ay kala sürekli 
-anne okul ne zaman açılacak? diye bana sorular sormaya başladı...
Ben ise
-Ooo daha çok var oğlum...
Efe:
-Ne kadar çok ne zaman?....
Ben:
-2 ay sonra.....


Bu şekilde sora sora, bir yaz tatili geçirdik. Hatta bir ara Konya'ya gittiğimde bir dükkanda okul çantasını eline alıp 
-Anne benim ana sınıf çantam küçük, olmaz. Bana bu şekilde büyük çanta al. Hadi bu çantayı bana al.... Diye mızmızlanma, ardından da tepinme hareketleri de olmuştur. :)

Her neyse biz ''dur oğlum daha erken biraz daha zaman geçsin önce okula başla sonra öğretmenin verdiği liste ile birlikte alış-veriş yaparız'' diye sürekli onu frenlemeye çalıştık :)

Veee nihayet kuzum için büyük gün gelmişti, yarın okul idi, pazar akşamı olmuştu.... Ben uzun bir yaz tatilinden sonra ilk defa ''Efe erken yat sabah okul var erken kalkacaksın'' cümlesini kurdum. :)

Ama kuzum sabah için çok heyecanlı olduğu için, erken yatmak şöyle dursun, her zamankinden dahada geç yattı.

Babamız biraz söylendi bu duruma ama ben '' Olur olur şuanda heyecanlı olduğu için çok normal zamanla alışır uyku düzeni tekrar yoluna girer'' diyerek onu sakinleştirdim.

Sabah olmuştu, benim kurduğum alarm çalıp beni kaldırdı. Önce güzel bir kahvaltı hazırlayıp daha sonra Efeyi uyandırdım. Kuzum zaten sabah okula gideceğini düşünerek yattığından beni daha fazla zorlamadan hemen kalktı. Sonra elini yüzünü yıkadıktan sonra zorla iki üç parça bir şeyler yedirdim.. Tabii heyecan iştahı da kesti.. :)

Sonra kuzuma cicilerini giydirip okula götürdüm. Tabii ilk intiba önemli onun için cicilerini giysin... :)

66 aylık çocuğun okul macerası


Sonra okula girdiğimizde diğer veli ve öğrenciler ile birlikte 1. sınıfın içine girdik. Sınıfta bir uğultu hakimdi, veliler birbiri ile konuşuyor, kimisi ise elinde fotoğraf makinesi çocuklarının fotoğraflarını çekiyor. Çocuklar ise yüzlerinde kocaman telaş vede endişe içinde etraflarını izliyorlardı... Zavallı kuzular :)

Ama çoğunluk olarak Efe gibi ana sınıfına gittikleri için korku yoktu, içlerinde bir çocuk hariç o ise babaannesinin koluna sımsıkı sarılmış suratı yerde kimsenin ne yüzüne bakıyor nede etrafındaki olup biten olaylardan haberi yoktu. Sadece tek isteği, o sınıftan gitmek olduğu her halinden belli idi..

Ama Allah'tan benim kuzularım da öyle bir durum ne Emir'de nede Efe de gördüm.. :)

Öğretmenler sınıfa girdi, sonra teker teker kendilerini tanıttıktan sonra biz velileri sınıfın dışına çıkarıp çocuklar ile tanışmak istediler. Tabii kimi çocuk annesinin çıkmasını istemedi onlar kaldı; ama benim dediğim gibi bizde öyle okulda iken benden ayrılmamak istememe gibi bir durum hiç olmadığı için o günde olmadı. Ben Efe'ye: 
-Efe ben seni sınıfın kapısının önünde bekliyor olacağım... Dedim ve sınıftan çıktım.

Öğretmenler çocuklar ile teker teker tanışmışlar, daha sonrada çocuklara şeker dağıtmışlar. O olmasa imiş daha iyi olurdu ama, herhalde onlarda ilk intiba için dağıtmış olmalılar... :)

Neyse bu şekilde bir haftamız geçti bu hafta içinde 3'e ayrılacak olan sınıf daha ayrılmadı. İlk günden beri öğretmenler sürekli çocukların ellerine noktaları birleştir daha sonrada boya çalışmalarından her gün bir tane verdi yapsın diye. Efe anaokulunda bu çalışmadan sürekli yapmış bir çocuk olmasına rağmen okulda o noktaların üzerinden gitmek yerine sürekli yanından çizgiler çizdi...

Sabahları ise ilk gün gibi hemen 'kalk' der demez, kalkmak yerine mızmızlanarak zorla kalkmaya başladı.. :( Hatta cuma günü okuldan döndükten sonra evde 
-Anne ben artık okula gitmek istemiyorum...
Ben:
-Ama okula gidemezsen okuma yazma öğrenemezsin...
Efe:
-Olsun öğrenmek istemiyorum :(... Dedi... :((

Bu ilk hafta bizim için hiçte düşündüğümüz gibi geçmedi. :( Ama ben umutluyum ki diğer haftalar bu şekilde değil daha eğlenceli vede zevkli geçecek inşallah...

Peki ya sizde durumlar nasıl?

Efe'nin ısrarı üzerine başlattığımız okul. Ev taşımamız ve Efe'nin isteğinin geçmesi üzerine. Öğretmeninde tavsiyesi sonucu okuldan aldık. Hatta yazısı burada

Peki şimdi memnun muyum? Diye sorarsanız da: İyi ki almışım. Bu sene oğlum sınıfta 1. ve okula büyük bir istekle gidiyor. Hatta hafta sonlarında dahi okulun açılmasını 4 gözle bekliyor. Benim çocuklarını erkenden 1. sınıfa yazdıracak annelere önerim. Yazdırmayın. Bırakın 1 sene daha çocukluklarını yaşasınlar. Zaten sonra ömürleri boyunca okul hayatı ile uğraşacaklar.!..

Hoşça kalın.



Bana Ulaşabileceğiniz Diğer Sosyal Hesaplarım

11 Eylül 2014 Perşembe

GÖREME VE UÇAN BALONLAR (Kapadokya gezisi 6. kısım)

Merhabalar sevgili okurlar, bugün sizlere Kapadokya gezisi yazısına kaldığım yerden devam etmek istiyorum... Kusura bakmayın ara ara aralar vermek zorunda kalıyorum ama, o kadar çok fotoğraflar var ki onlar içinde işime yarar olanlarını seçip daha sonra bloğumun ismini üzerine yazmak ile uğraştığım içi biraz zaman alıyor.


En son yazımda da belirttiğim üzere Orta hisar kalesinin uç noktasına çıkarken yükseklikten korkmaya, hatta orada teyit ettiğim üzere yükseklik korkumun olması sebebi ile Kapadokyanın peri bacalarından sonra bir başka simgesi olan sıcak balon turlarına binemedim... :(


Eşim daha biz kapadokya gezisine çıkmaya karar verdiğimiz andan itibaren ''bence balonlar hiç güvenilir değil ben kesinlikle binmem'' diye tavrını belirtmişti... O öyle derken bende:
-Yaaa aşkım ama oraya kadar gidip te balona binmemek olmaz ben binmek istiyorummm :( Dediğimde bana:
-Tamam sen bin ben aşağıda seni bekler senin fotoğraflarını çekerim...derdi..
O bana öyle dedikten sonra bende kocişko binmeden binmenin pek heyecanlı olmayacağını düşündüğüm için acabalardaydım... Binsem mi? Yoksa binmesem mi? Diye...

Ama sonradan bunu düşünmek ile kendimi sıkmak istemediğimden oraya gidince karar veririm. Bakarsın kocişko oraya gidince bu kararından vazgeçer binmek ister diye düşünmüştüm... :)

Evet öyle düşünmüştüm düşünmesine ama maalesef olaylar benim istediğim gibi gelişmedi Orta hisar kalesi gezisinden sonra bende iyiden iyiye korktum ve balona binmekten vazgeçtim. :)

Tamam balona binmekten vazgeçtim ama o balonları havada binlerce çiçek gibi süzülüşünü görme zevkinden de vazgeçmek istemiyordum. Onun için karşımıza çıkan ilk balon şirketinden, balonların nereden, saat kaçta kalktıklarını öğrendikten sonra gece saatimizi sabah 4.30'a kurup yattık...

Sabah alarm acı acı çalınca kocişko:
-Bu ne ya tatilde mi erken kalkmak zorundayım ben vazgeçtim kalkmayacağım, balon görmek istemiyorum... :) Diye mızmızlanmasına rağmen zorla yataktan kaldırıp göremeye gitmek için yola koyulduk...

Çünkü balonların kalkış noktaları göreme deymiş... Sabahın köründe yola düştüğümüzde yolda balon şirketlerinin servislerinden başka kimse yoktu... Sanki o saatlerde Göreme ,sadece balon şirketleri vede binecek olan insanlar için ayrılmıştı...

Bizde servisçileri de takip ederek bir balon şirketinin kalkış noktasına gittik...


Sabahın köründe daha güneş doğmadığı için, Göreme serin serin esiyordu o sebepten yanınıza bir tane mont almayı unutmayın yoksa balonların kalkmasını beklerken üşür hatta tir tir titrersiniz. :)


Elimize kahvelerimizi alıp balonların nasıl soluk iken yavaş yavaş şiştiğini bizzat gördük. Hatta şiştiğinde öyle büyüdüğü ki deha sal bir şey oldu. :) Bizim televizyonlardan gördüğümüzden daha büyük vede güzel bir şeymiş. Onların o hallerini görünce kahve ile de iyice uykusu açılan kocişko mızmızlanmayı bırakıp.
-Aşkım iyi ki gelmişiz çok güzel bir şeymiş bunlar dedi.. :)

Balon turlarına binen kişiler genellikle Japon ve Çinlilerden oluşuyordu... Balonlar şiştikten sonra binenlere bakınca gördüğüm kadarı ile hiç Türk binen yoktu. O Çinlilerin içinde tek başına balon yolculuğu yapmak gerçekten de çok sıkıcı olabilirdi o sebepten bende binmediğime bir kez daha sevindim. :) Çünkü benim istediğim binmekten çok o güzellikleri görüp o atmosferin zevkini yaşamaktı. Yoksa binecek olsa idim korkudan ne etrafıma bakabilir nede yolculuktan bir şey anlardım :)



Balonlar teker teker havalanınca gördüm ki oda ne bu balon turları döne döne yapılıyormuş. :) Al sana binmediğine sevinmen için bir neden daha, döne döne uçma düşüncesi bile midemi bulandırmaya yetti. :)



Balonların büyük çoğunluğu kalktığında birde baktım ki gökyüzü rengarenk balonlar ile kapladı.. :) O Baloları gökyüzünde izlemek anlatılmaz bir duygu, ancak yaşanınca anlaşılır :) Hatta onları izlerken Göreme de yaşayan insanları kıskandım. :) Çünkü onlar bu güzellikleri her gün görme vede izleme imkanları oluyor :) Ne kadar şanslılar... :)


Güneş doğduktan sonra hava iyiden iyiye aydınlanmaya vede ısınmaya başlayınca, üzerimizdeki montları çıkarıp balonların inişlerini izledik.


Gökyüzünde nazlı nazlı uçan balonlar daha sonra yavaş yavaş bir kelebek gibi süzülerek aşağıya inmeye başladılar... Onların inişlerini izlemekte ayrı bir sevinçti. Özellikle içindeki yolcuların inmeye yaklaştığında bağrışlarını vede sevinç çığlıklarını duymak ayrı bir mutluluktu :)


Balon izleme maceramızı da atlattıktan sonra Çavuşine giderken Göremeye bir kez daha uğrayıp bu güzel şehri bir kez daha gezmek istedik. Çünkü bu şehri ikinci kez görmeye değecek tarzda güzel bir şehirdi...

Tekrardan geri dönmek üzere otelimizin olduğu yere, Ürgüp'e döndük... Otelde biraz dinlendikten sonra güzel bir kahvaltı, arkasından da Göreme'ye tekrar gidip Göreme açık hava müzesini görmek istiyorduk... Ama onuda başka bir postta yayınlamak istiyorum. :) O sebepten şimdilik burada kalsın devamı gelecek.. :)

Hoşça kalın...

9 Eylül 2014 Salı

YAHUDİLİK VE MASONLUK KİTABINI OKUDUM

Yazar: Harun Yahya

Sayfa Sayısı: 532

Yayın Evi:Sezgin

İyi geceler arkadaşlar, bugün sizlere Ramazan ayında İsrail Filistin savaşı sonucunda bu masonluk ve yahudilik ne? Düşünceleri ve niyetleri ne? ... gibi kafamda dolanan sorulara cevap bulmak için okumaya başladım...

Şimdi bana yok o Adnan Oktar kim biliyor musun? Onun kitabı okunur mu? yada o eskiden öyle değildi şimdi değişti... gibi sözler yada sorular sormayın ben yazarın kim olduğu ile değil kitabın içeriği vede konusu ile ilgilendiğim için yorumumda o şekilde olacak. Ki zaten tüm okuduğum kitapların yorumunu da o şekilde yaptım genellikle kitabın içeriği vede konusu hakkındaki düşüncelerimi yazdım. Yazarları beni ilgilendirmiyor...

Yahudilik ve Masonluk kitabı da masonluğun iç yüzünü ortaya çıkaran bir kitap...
Kitabın ön sözünde de yazdığı gibi hakkında binlerce kitap yazılmış olmasına rağmen masonluğun ortaya çıkışı, hedefleri ve hayatımızdaki rolü toplumumuz tarafından yeteri kadar anlaşılmadığını ileri sürülerek hakkında çok konuşulan ama çok az şey bilinen mason örgütünün gerçek kimliklerini deliller ile gözler önüne seriyor...

Masonların kendi kaynaklarından örgütün felsefesi ve felsefi düşüncelerin amaçlarını tek tek ele alıp açıklıyor. Ve tüm bunları yaparken her düşüncesini deliller ile gözler önüne koyması da takdire değer bir davranış...

O sebepten ben zevkle ve tabi ki en önemli etken Yahudilik vede masonluk ne, sembolleri ne Türkiye de ve Osmanlı'daki masonlar kimler öğrenerek okudum...

Şimdi bu kitap sayesinde kafamın içinde dönen bazı soruların cevabını bulup, onların asıl kaygıları vede düşmanlıklarının bizlere değil, inandığımız dine olduğunu şimdi çok daha iyi anladım.

Hoşça kalın...

7 Eylül 2014 Pazar

DİKKAT BU PİKNİKTE YAĞMUR VAR... :)

İyi geceler sevgili okurlar,


Tokideki ses, bildiğiniz üzere birazcık kaçıktır... Farklı şeyler yapmayı sever.... Nasıl mı?... Misal vereyim normal insanlar gibi sabah saatlerinde pikniğe gitmekten bıkar. :) Artık bundan sonra gece yarısı yada dünkü gibi havanın yağmurlu olduğunu bildiği halde bile bile pikniğe gider... Haaa birde tek başına değil tabikide çocuklarını vede eşini kendine uydurur öyle gider :)

İsterseniz sizlere konuyu en başından anlatayayım... 

Bizim kuzular babalarının, onlara süpriz olarak aldığı uçurtmayı uçurmak istemeleri ile başlar. Onlar uçurtmayı uçurmak isteyince bizde onlara cumartesi pikniğe gidelim o zaman orada rahat rahat uçurtmanızı uçurtursunuz diye hafta içi, cumartesi günü pikniğe gitmek için,  kararlaştırırız...

Ama tabiki hava senin istediğin gibi olmaz hatta bunu sabah pikniğe gitmeden Emir'im hava durumlarına bakıp bana:
-Anne bugün hava yağmurlu olacakmış?...  Demesi ile öğrenirim. Ama ben bir kere kafaya koydum ya illaki, gideceğim. :) Üstelik kendi kendime düşünüp yağmurlu havada piknikte güzel olur, nasıl olsa üstü kapalı yere gideceğiz toprak kokusu kokulayarak piknik yaparız diye düşünmeye başladım... :)

Saat 3 gibi eşim eve gelincede havanın durumundan vede benim düşüncemden de bahsedince kocişko önce bana bakıp güldü... Daha sonrada oda tamam oldu gidelim dedi... :) ( Ne derlermiş üzüm üzüme baka baka kararırmış. Demek ki kocişkoda benim yanımda dura dura benim gibi kaçık olmaya başladı. )

Neyse efendim konuyu dağıtmayalım... Biz bu pikniğe gitme işini biraz daha abartıp ağırdan alıp ikindi namazını da kıldıktan sonra saat 18.00 'e doğru yola çıktık...

Bu arada havada iyiden iyiye bozmaya başladı... Hatta ara ara arabanın camına bir iki damla yağmur damlası da geliyor. Ama bu durum dahi bizi durdurmuyor. Eee kafaya bir kere yağmurlu havada piknik yapmayı koyduk ya hiç vazgeçer miyiz? :) Tabikide vazgeçmeyiz.... :)

Neyse harikalar diyarına geldik arabamızı park edip, bagajdaki piknik malzemelerini de aldıktan sonra üstü kapalı piknik alanlarına doğru yürüdük...

Piknik alanına gelince birde ne görelim her çardak dolu tüm insanlar orada piknik yapıyor... Kocişkoya hemen:
-Bak gördün mü  bir kaçık biz değilmişiz bizim gibi kaçık olan bir sürü insan varmış dedim ve hep birlikte bir hıngırdadıktan sonra biz yer aramaya koyulduk...

Ve nihayet aklı başında bir insanlar ki sabah erkenden gelip pikniğini güzel güzel yapmış yağmurun atıştırdığını da görünce ıslanmamak için kalkan bir aile ile karşılaştık... ):

Onlar kalktıktan sonra hemen boşalan çardağa kurulup mangal hazırlıklarına koyulduk....

Biz mangal ile uğraşırken Efe evden getirdiği scooterini sürmeye, Emir ise patenlerini ayağına giyip paten sürmeye başladı...

Neyse biz ilk etleri pişirdikten sonra çocuklar ile birlikte yemeye koyulduk... Hatta bu bize yetmez diye ikinci kısmı da ocağa koyduk, pişsin diye... :)

İlk etlerimiz yediğimiz anda yağmur yavaş yavaş yağmaya devam ediyor ama öyle zarar verecek bir durumda değil...

Biz hayal ettiğimiz gibi ohhh mis gibi yağmur kokusu eşliğinde pikniğimiz yapıyoruz diye sevine sevine pikniğimizi yapıyoruz... Ama bunun üzerine bir 10 dakika geçmeden, gök gürlemeye şimşekler çakmaya başladı... Biz bir tırstık.. :) Hemen piknik için getirdiğimiz yolluğu yağmurun geldiği tarafa asıp bize gelmesini engelledik ama dakikalar geçtikçe yağmurun şiddeti artmaya başladı...

Piknik alanındaki herkes birer birer kaçmaya başladı. Çocuklar korkmaya başladı, eşim ile ben korkmuyor gibi gözüküyorum ama onun gözlerine baktığımda anladığım gibi oda bende içten içe korkmaya başladık...

Neyse o şekilde korka korka ikinci pişen etimizi de yedikten sonra alel acele toparlanıp çocukların elinden de tutup arabaya doğru koşmaya başladık...

Ama yağmurun uzun zamandan beri yağması, birde yoğun şekilde yağmasından kaynaklandığı üzere yollarda küçük küçük su birikintileri oluşmuş. Ayaklarımız o suların içinde şapur şupur giriyor, hatta arada şap şap sesler eşliğinde kaçıyoruz sonra birde çamur birikintisinin içine gir... Oyyy ayaklar üst baş perişan ama bizim umrumuz da değil :) tek düşüncemiz biran önce arabaya varmak... :)

Arabanın park edildiği yere yaklaşınca ise biraz rahatlayıp kahkahalar atarak üstümüz başımız sırılsıklam ıslak şekilde arabaya bindik... ):

Sonra eve gelene kadar kendi halimiz ile dalga geçip, kahkahalar atarak eve geldik... Eve geldiğimizde üstümüzdeki kıyafetleri değiştirip rahatladıktan sonra televizyonu açtığımızda gördük ki bu yağmur bizim dalga geçmemiz aksine daha ciddi bir olaymış...

12 kişi sele kapıldığı için yaralı imiş. O haberi gördükten sonra halimize şükredip, o kişilere ise üzüldük...

Sevgili okurlar bizim bu hafta sonumuz bu şekilde trajik komik şeklinde geçti... Herne kadar yağmurdan dolayı korktuğumuz anlar olsa dahi hep birlikte olmamız vede farklı bir gün geçirmenin şerefine biz çoook eğlendik. :)

Umarım sizlerin hafta sonlarınızda en az bizim kadar bol kahkaha vede mutluluk ile geçmiştir. :)

Hoşça kalın...